Webdeyakala | İletişim | Sitemap Ocak 2013 - NyksGame | Online Oyun Hileleri - Metin2 - Point Blank - WolfTeam

Okumalıklar kulesi


Baktım soğukta parmaklar bile birbirine yapışmışken fotoğraf çekmenin mümkünatı yok, ben de halihazırda beni bekleyen okumalıklar kulesi postumu yapayım dedim. Hadi göster bakalım okumadıklarını diyerek beni mimleyen ve şu tabloyla yüzleşmeme sebep olan sanal alemin en tatlı hemşiresine de teşekkür ederim buna ilaveten:)



Aslında hepi topu 10 kitap var. Hatta bazen inat edip bir gecede bitane kitap bitirdiğimi düşünecek olursak çok da zorlu bi görev yok beni bekleyen.


Ama detayına inince anlıyorumki bilinçsizce aldığım için beni zorlayacak olan bikaç arkadaş var aralarında. Misal şu ergen vampirler serisi. Oku oku bitmeyen 4 kitap. Nasıl olduysa diğer ikisi bitmiş bişekilde. Ama demekki iki kitaptan sonra bünye hata vermeye başlıyo bu kadar beyaz ten ve kana maruz kalınca. Ne zaman okurum bilinmez, ama listenin sonunda oldukları kesin:)


İşte bunlar da aslında Erman'ın gaza gelip ben bunlarla kesin bişey yaparım diyerek aldığı ve sonra herzamanki gibi unuttuğu kitaplar. Birini Dan Brown sevdiğim için okumak istiyorum, diğerini de sırf ateist yazarının aslında, bu kitapta amaçladığının tersine, dindarları dine daha sıkı bağlayabilecek argümanlar sunduğuna dair duyumlar aldığım için okumak istiyorum. Merak işte:)

İçimden Geçen Zaman, Uğur Mumcu'nun eşi tarafından Mumcu davasının sürecinin anlatıldığı, ve henüz okumadığım için bir yorum yapamıyorum ama oldukça iç sızlattığı, üzdüğü, bir türlü düzgün işleyemeyen sistemin adamı delirttiği bir kitapmış. Bu kulenin en tepesinde o var, öncelik onun;)


Yine acıklı kitaplardan gidiyorum. 
Yitik Masumiyet, çok küçük yaşta yaşlı bir adama satılıp sonra da geneleve düşen bir kadının, Kamboçya'da o ve onun gibi kadınların yaşadığı sıkıntıları anlattığı bir kitap. Somali Mam, eskiden erkeklere yada ona acı veren herhangi birine karşı "hayır" deme hakkının olduğundan bihaberken, şimdi bu insan tacirlerinin ağına düşen kadın ve çocukları koruyup kollayan, vakıflar dernekler kurup onlara kol kanat geren bir kahraman! 

Anne Frank'in Hatıra Defteri, Nazi işgali sırasında ailesiyle saklanan ve daha sonra ele geçirilen bir kızın o dönemi ve o dönemde kendi iç dünyasında yaşadığı herşeyi anlattığı bir günlük aslında. Daha sonra savaştan sağ kurtulan babası tarafından bu günlük bulunup kitaba dönüştürülmüş. Merak ve gözyaşları içinde, bi yandan küfredip bi yandan iç geçirerek okuyacagıma emin olduğum bir kitap!


Bu kitabı bana güzeller güzeli ikizlerimizden Gizem önermişti. Benim gibi kokulara anlam yükleyen ve bir kokuyla alıp başını taa beş yaşına bile gidebilen insanların mutlaka okuması gereken bir kitapmış. Heycanla bekliyoruz sırasının gelmesini :)


Ciddi konuların ti'ye alınmasını seven biri olarak bu kitabın kardeşlerini de okumuş ve çok eğlenmiştim. Bu kitapta da felsefenin türlü esprilerle dibine vuruluyo. Ama ben henüz vuramadım ve neden bunu alıp kenarda bırakmışım o da ayrı bi konu.


Eveeet, bu yazımızda da birçok element tanıdık, birçok element gördük. Şimdi geldik işin en civcivli bölümüne.
Bu kitaplar nasıl bitecek?
dipnot: neredeyse kurduğum her cümlede esin kaynağım olan, aklıma geldikçe gülmekten yaran ve defalarca izlesem de tıpkı bir hababam sınıfı gibi sıkmayacak olan Gora'ya ve onun Arif'ine teşekkürler:)
Giderayak bide film önerisinde bulunayım dedim:)
Etiketler: , , , , , , , , ,

Ne soğuk ne sıcak


Vücudumuzun 2. beyni kim biliyo musunuz? Mide!
Peki mide kimdir? Bize en büyük mutlulukları veren yeme-içme eyleminden arta kalan çer çöple içerde uğraşan, o çeyrek öküzü yedik diye başımıza kakmayıp daha iyi nasıl sindirebilirim diye çözüm arayan ve bunu yaparken bikere bile söylenmeyen organımızdır. Benimki iyidir hoştur ama bu konuda biraz kocakarı çenelidir, yalan yok.
Peki o bize karşı bukadar fedakarken, biz onun gönlünü nasıl hoş tutabiliriz hiç düşündünüz mü? Yok.
Neyseki ben biliyorum sakin olun, şimdi hepinizle paylaşıcam. Ama önce bi hayal edin, deniz kenarındasınız ve balık-ekmek yiyosunuz. Yanında ne içersiniz? Muhtemelen soğuk bişeyler. Ben olsam çay içerdim ama şu an sizden bahsediyoruz.
Yada ofistesiniz, böyle havasıııız boğuk bi ortamda çalışmaya çalışıyosunuz. Ne yaparsınız? Gidip sebilden buz gibi su doldurup içer ve o sırada da nefes alıp vermeye çalışırsınız. Bence öyle, kesin!
Çok büyük yanlış yapıyosunuz desem, o içtiğiniz soğuk içecekler, o yediğiniz buz gibi gıdalar size sonra kabarık birer fatura olarak dönüyo da sizin haberiniz olmuyo desem inanır mısınız bana? dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle? Hiç sanmıyorum:)
Zevzekliği bi kenara bırakıp işin ciddi tarafına geçecek olursak;
Midemiz aslında bi fırın gibi düşünülebilir. Yediklerimizi eritmek için önce uygun ısıya getiriyo, yani içerde tekrar ısıtıyo. Bunu yaparken oldukça efor sarfettiği için de diğer besinleri sindirme işlemi gecikiyo da gecikiyo. Ondan sonra gelsin "oyhhh patlamak üzereyim"ler, gitsin "aslında bugün çok da yemedim ama niyeyse midem davul gibi"ler.

Sucuk kızarttınız, yediniz içtiniz, ooooh yarasın tosunuma. Sonra geldik işin yıkama kısmına. Üstünde donmuş sucuklu yağıyla sizi bekleyen bi tava duruyo karşınızda. 
O tavayı soğuk suyla yıkadığınızı düşünün, yağlar nasıl da iyice yayıldı ama tavanın etrafına. Bulaşık süngeri bile lanet etti diimi üretildiği güne? Tırnaklarınızın arası da donmuş yağla dolduysa tamamdır, çıldırabilirsiniz!
Şimdi bide tavayı sıcak suyla şıkır şıkır yıkadığınızı düşünün. Oooohhh nasıl da güzelce eridi bütün yağ, sızdı gitti bile tavadan ("Ovmadan temizlik diye buna derim ben" konulu reklam çalışmama hoşgeldiniz:P). 

Ben diyceğimi dedim, artık siz karar verin her yeni güne başlarken suyu ılık mı yoksa buz gibi mi içeceğinize. Soğuk suda erimeyen yağları bu noktada tekrar hatırlatmak isterim;)



Dipnot: Ilık suyu yavan içmek çok iğrenç oluyo biliyorum. Ama kimse sana öylece kafana dikip iç demiyoki. İçine limon dilimi yada salatalık dilimi atabilirsin, çubuk tarçın koyabilirsin, bal bile olur yani zorlasan:) Yeterki soğuk içme sen emi canım benim.

Hadi bakalım o zaman, şimdi ne soğuk ne sıcak bi öğle arası ODTÜ'sünden fotoğraflar konuşsun, benim çenem ağrıdı çünki ^.^




















Jean Gömlek: H&M
İspanyola: Oxxo
Trençkot: Mango (çok çok eskilerden)
Bot: Giuseppe Zanotti
Çanta: Bodrum'da bi deri atölyesinden
Kolye: Modapik
Harfli bileklik: arkadaşım Allegrande'den
İncili yüzük: Kutsal topraklardan ^.^
Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Siyah elbisem, uyuşuk kafam ve ben.



- Gerilim filmi izledikten sonra (ki "gerilim" en sevdiğim film türüdür) ne zamanki evin koridorunda yürüsem ve ışıklar kapalı olsa, içerde oturmakta olan Erman'la konuşuyorum, hal hatır soruyorum ve onun da sorularıma cevap vermesini daha doğrusu bana seslenmesini bekliyorum. Çünkü koridorun ucunda beni beklemekte olan kötü ruh, Erman'ın sesini duyunca korkuyomuş ve böylece bana bulaşamıyomuş meğerse:) Bu yüzden muhabbeti ışığın olduğu odaya gidene kadar sürdürüyorum. Sonra bide odanın ışığını kapatıp geldiğim noktaya tekrar dönene kadar aynı hal hatır sorma faslını tekrar ediyorum ki bu sefer de arkamdan birinin beni takip etmesini engelleyebileyim:)
Bunu da sordum soruşturdum, sadece bana olmuyomuş, çocuklarda ve kendini hala çocuk gibi hissedenlerde de oluyomuş bu "karanlık koridorda yürürken arkandan biri seni takip ediyomuş hissiyatı":) hepsi o Chucky yüzünden ama, ben biliyorum!

- Crosstrainer üzerinde her gün yarım saat pedal çevirip kan ter içinde kalıyorum ve bir defa bile 50 kaloriyi geçemedim şimdiye kadar! Belki de hareketli parçalar dinlemek yerine Vedat Milor yada kelime oyunu izleyerek spor yapıyo olmamdan kaynaklanıyodur bilemedim.
Bu sırada  "ne işin var sıkılaşmakla, ne istersin o simitlerden, ben seni selülitlerinle de seviyorum" diyerek samimiyetini gösteren iç sesimle yaşadığım şiddetli geçimsizlik devam ediyo.

- Sağlıklı hayat için kusa kusa da olsa su içmeye devam etmenin bedeli olarak, gün içinde alınan litre miktarı x 18 kere tuvalete gitme faaliyetlerim de,
bir çikolata yada bisküvi paketini açtıktan sonra o paketi bitirene kadar başka hiçbir konuya odaklanamama hallerim de istikrarlı bi şekilde devam ediyo. Hiç sıkıntı yok yani.

- Ne giycem konusu bu aralar da karmaşıklığını koruyo. Bide üstüne kış mı, kara kış mı, bahar mı olacağına karar veremeyen Ankara havası eklenince hadi buyrun burdan yakın!
Neyseki siyah elbiseler ve jean gömlekler var hayatımızda. Mesela babannemin tontik kucağındayken ne kadar güvende hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Hah işte bu siyah elbise de öyle güvende hissetiriyo, hiçbişey bulamazsan onu giyip çıkıyosun, mis. Ama tombul bi babanne kucağı gibi ısıtmıyo tabi o ayrı 

- ve düşündükçe adamı delirten "bu akşam ne yesek?" konusu, yerini yine kimselere kaptırmamakta ısrarlı sayın seyirci!
Bi ben miyim her gün işten gelip ayrı bişey hazırlayan ve yaptığı yemeği bir sonraki gün yemeyip yeniden yemek yapan? 
Bir sonraki günün yemeğini önceki akşamdan yapanlar ve sabah 5'te dikilip akşam yemeğini önden hazırlayanlar size sesleniyorum! Nasıl insanlarsınız siz, neyle besleniyosunuz, nasıl şarj oluyosunuz. Şu an bu yazıyı okuyup yöntemini paylaşmayan ne olsun????










    

Öpmek zorundayım şu an :*

Elbise: French Connection
Bot: Zara
Kolye: Stradivarius
Çanta: H&M
Saat: Dkny
Harfli bileklik: Hediye
Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

Hepimiz torpilliymişiz meğerse.



Biliyorum kızıyosunuz bana,
bi ara iki günde bir yazardın, şimdi adam mı oldun da kendini naza çekiyosun, biz yaz dedikçe sen ortadan kayboluyosun bile diyo olabilirsiniz, diyin de, hakkınız olabilir bi parça.
Ama bi sorun "neden?" diye.
İşlerin alıp başını gittiği (evet hepiniz çalışıyosunuz ve hiçbiriniz benim kadar boşlamıyosunuz blogunuzu, onu da duyuyorum),
hastalıkların ve etkisinin henüz yuvayı terk ettiği,
sıcaklığın sıfırın üzerine uzun zamandır çıkmadığı bi yaşam alanından bahsediyoruz arkadaşlar. Şöyle bi etrafınıza bakın bakalım Ankara sınırlarında yaşayıp da güle oynaya poz verip, allahım nasıl da güzel bi mevsimdeyiz edasıyla fotoğraf çekip paylaşan kaç tane blogger kişisi kalmış hı?

Ama benim bugün burda oluş amacım bunların hiçbirisi değil, bunlar çok sıradan :P

Geçen hafta, evrenden torpilim var da benim mi haberim yok acaba diyerek o meşhur kitabı sonunda okuyup bitirdim. Bir haftada sindire sindire okudum. Çünkü Aykut Oğut orda kendini değil de sanki bizim evde gizlice saklanıp benim her hareketimi anlatmış gibiydi. Anlattığı her hikayenin içinde bi parça ben vardım mutlaka. Acaba bu bölümde ne mallıklar yapmışım da haberim yokmuş, acaba şu davranışımın karşılığı tam olarak neymiş diye diye bitirdim. Türlü maceralar ve ahmaklıklarla dolu bi serüvenmiş meğer benim hayatım.
Ben davranışlarımı güya kendimce kontrol edebildiğimi, egosuyla asla hareket eden bi insan olmadığımı düşünürken, meğer egonun kendisiymişim ben ve bu kitabı okuyan herkes!
Tamam ya korkmayın, yaptığımız aptallıkları öyle güzel göstermişki adam, "valla da böyle yapmıştım", "hakkaten de öyle söylemiştim", 
"ulan ne malmışım haberim yokmuş" şeklinde sayıklarken bulabilirsiniz kendinizi. 
Yada ben hakkaten sorunluymuşum bu kadar kendimden bişeyler bulduğuma göre bu kitapta :)



Benim kitaptan çıkardığım anafikir ve gerçekten de "ohaaaa nekadar doğru!" dedirten nokta şu oldu:
Hepimiz enerji yüklü birer MIKNATIS gibi çalışıyoruz. Bulunduğumuz frekansa en yakın olayları, insanları ve ortamları kendimize çekiyoruz.
Sonra düşündüm, "iyi düşün iyi olsun" lafı öyle işkembeden uydurulmamış onu farkettim.
Yani nasıl bir ruh hali içinde olursak, tam da o ruh halindeki insanları kendimize çekiyoruz.
Örneğin;
Mutlusun, uzun zamandır görmediğin yeğenini görüyosun, yüzüne kocaman bi gülümse yapışmış, soran herkese anlatıyosun mutluluğunun sebebini. Bakıyosunki senin mutluluğunu gören herkes de kendi mutluluğuyla alakalı bişeylerini paylaşıyo seninle. Sonra şöyle ortamdan uzaklaşıp bi bakıyosun içinde bulunduğun duruma, + işaretleri uçuşuyo etrafta. Herkesin ağzı kulaklarında, sanırsın dünya o kadar güzel..

Mutsuzsun, araban trafiğin ortasında bozulmuş ve sabah ayazında servisi beklemek zorunda kalmışsın. Kimle paylaşsan mutlu olamıyosun, çünkü herkes kendi yaşadığı kötü deneyimlerini paylaşıyo seninle. 
"offff benimki de bozulmuştu, sonra 15 gün servisten alamadım." diyo birisi,
"ayy neyseki benim arabada böyle bi sorun yaşamadım şimdiye kadar (elini 3 kere tahtaya yada dişine vurma efekti eşliğinde)" diyenler de cabası.
Konuşma baloncukları arttıkça etrafındaki negatif işaretler hızla artıyo, durduramıyosun, için şiştikçe şişiyo filan..

Bunlar tabi örnek, yoksa henüz pattis kafalı yeğenimi görebilmiş değilim :( ve arabam bozulmadı çok şükür:)



Siz evrene nasıl mesaj verirseniz, o da size öyle cevap döner durumu var bide.
Bugün bu postu yapıcam dedim, bence hava çok güzel olacak ve güzel fotoğraflar da çekicez dedim. Ben içimden söyledim, evren olarak tabir ettiğimiz o şey de bana "ahan da sana güzel hava, nasıl istersen öyle kullan" dedi 
Baktım evrenle kanka olmuşuz bile, ben de iyice bi sevgi yumağı olsun diye renkli giydim palyaço ruhumu gizlememek adına.
Dipnot: Bu taktik herzaman tutmuyo onu söyliyim. Öyle hemen yat, kat olaylarına gircekseniz avcunuzu yalarsınız. Ölçülü ve makul isteklerde bulunursanız belki bi ihtimal. Yapcak o kadar iş, dinliycek bir sürü insan, cevaplanacak bi ton soru varken senle mi uğraşcak evren allasen?









  
  


    

Hepinize kafanızın tepesinde mutluluk baloncuklarının olduğu (bir tutam hayalgücü, alabildiği kadar pozitif enerjiyle gayet mümkün) bi hafta dilerim, yaparım yani bunu :)

Gömlek: Sheinside.com
Şort, Çanta, Yağmurluk: H&M
Bot: Zara


Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,
 
Webdeyakala | İletişim | Sitemap
Destek : Film izle | İletişim | Sitemap Telif Hakkı © 2013. film izle online film izle - Tüm Hakkları Saklıdır.. Sitemizde yer alan tüm videolar, kaynak kodları ile video paylaşım sitelerinden alınmaktadır. Telif hakları sorumluluğu bu sitelere aittir videoların hiç biri sunucularımızda yüklü değildir. Hak sahiplerinin iletişim adresimizden talep etmesi halinde UYAR-KALDIR yöntemi işletilerek, istenen içerik iki iş günü içerisinde siteden kaldırılır.