23 Ocak 2012 Pazartesi

Hop oraya, hop şuraya.

Ne giydim derdinden çok "acaba bu soğukta nereleri gezebiliriz, ayaklarımız nereye kadar götürebilir bizi, ay dur şurdaki Zara'ya da bakiyim, aaaaa burda da Burberry varmış" larla geçtiği için bu gezi, öyle grantuvaletlik bi post beklentisi olmasın, söyliyim de:)

Ha bide bir kez daha anladımki ben yediğini içtiğini öyle ballandıra ballandıra şahane fotograflarla anlatabilecek bi insan değilmişim. Bildiğin yiyiciyim ! 
Her gördüğü kapının bacanın önünde poz veren ben, yemeği gördümü bütün şartelleri indirip midesinden çalışan bi robota dönüşüyorum. Tam yemeğin ortasındayken de "tüh yaaa bunun da fotoğrafını çekemedik iyi mi!" durumu kaçınılmaz oluyo haliyle. 

İşte bu post da öyle bişi. Biraz müze, biraz kilise, biraz tablo, biraz kemirilmiş yemek, bol kaban-şemsiye-şapkadan oluşuyo, çok dikkat edin:)


Öhööömm şimdi rehberiniz konuşuyo, herkes buraya baksın bi. 
Şu arkamda görmüş olduğunuz beyaz kubbeli arkadaş Sacre Coeur tepesinin gözdesi olup, bizim parizyenlerin beyaz kilise dedikleri süper ihtişamlı bi kilise.



Evet ordaki kırmızılı benim.
Şimdi siz "ulan bizim de İstanbul'da böyle tonla camiimiz var, gidip onları görmezsin, elalemin kilisesini görmek, ayinlerini izlemek için kalkar parise gidersin" diyebilirsiniz ve evet aslında haklısınız da. Ama benim bigün İstanbul'a turist olarak gidip heryeri görmek gibi bi planım da var zaten, niye öyle dedinizki şimdi.



Adamlar herşeyi öyle detaylı düşünmüşki, "vay efendim ben çok yoruldum kilisenin etrafını tavaf etmekten" dediğiniz an önünüzden geçen şu arkadaşa binip, iki soluklanıp, kilise civarında müsait bi yerde inebilirsiniz. Bizde de yerliye 5 TL, turiste 40 TL ücretli taksi tarifeleri mevcut mesela:) bildiğin aynıyız.




Sere serpe her gördüğü duvarda yayılır, her bankta oturur mu insan? işte ben o'yum!


Sacre Coeur'un etrafında, her nekadar ressamlar kışın oralarda takılmaz diye söylenmiş olsa da, her yerde bir ressama rastlıyosunuz. "çiziyim mi abla" benzeri bi tavırla yaklaşıyolar önce. 50€ dan başlayan rakamı, "hocam bunun bize gelişi" muhabbetini açarak 20€ ile bitirebiliyosunuz. Sanatçıları bile pazarlığa açık:)

  
Her köşede böyle birbirinden sevimli ve Hansel&Gretel tadında ev görünümlü butik restoranlara rastlamak mümkün Sacre Coeur tepesindeki arka sokaklarda..







Evet siparişleri alayım, kimler hot dog istiyo bakiyim? :)





Sacre Coeur'dan azcık aşağı indiniz mi bi durun ve etrafınıza bakının. Her yerde sex shoplar, +18 sinema filmi afişleri ve erotik müze görüyorsanız doğru yerdesiniz, burası Moulin Rouge'un da bulunduğu Clichy bulvarı :) 
ve evet Moulin Rouge benim için ancak bu kadar şey ifade etti:) Arkamda bekleyen onlarca +50 yaş grubu amca ve teyzelerden oluşan turist kuyrugunu görünce topuklayarak uzaklaştık ordan. Hayır neye istinaden orda bulunduklarını da anlamış değiliz..
Görmedik demeyin diye değirmenin önünde size postun en başından beri görmekten artık kal getirten kırmızı halimle pozumu verdim, devam ediyorum.





Concorde meydanındaki London eye benzeri dönme dolap. Biz binmedik ama binmek isteyen olursa da karışmam yani:) Çıkın dönün, tepeden görün Paris'i. Ama yukarda gördüğünüz Sacre Coeur tepesi de kafi miktarda bu manzara ihtiyacınızı giderecektir ;)




 Keşke kokusunu tadını da burdan aktarabilsem size. Ama çok zor değil, nutellalı krep düşünün, aynen o:)
Paris'te her sokakta caddede krepçi var. İster tavuklu sebzeli sardır, ister nutellalı reçelli. 
Sunumu biraz garip olmuş bizimkinin. Krep gibi değil de sanki birazdan uçak yapıp Erman'ın kafasına atcakmışım gibi duruyo daha çok:)


Aaaa Louvre müzesine gelmişiz bile.




Herşeyi anlıyorum da, bizim ülkede markette bile fotograf çekimine izin verilmezken bu adamlar nasıl böyle değerli tabloların fütursuzca çekilmesine göz yumuyolar onu bilemedim..



Şimdi durup bütün tabloları sizle paylaşcak değilim, hemen öyle söylenmeye başlamayın. Sadece ilgimi çeken bikaç taneyi paylaşıyorum zira ben de müze insanı değilim pek.
Yukardaki tablo, yanındaki yazılar fransızca olduğu için anlamadığımdan mütevellit, bence Meryem ananın bir melekten falan hamile kalışını anlatıyo. Öyle fikir yürüterek gezdik biz bütün müzeyi :)



O kadar büyük tablolara bakarak gezdikten sonra bu kuş kadar Monaliza tablosunu görünce bütün hevesi kaçıyo insanın. Bu mu yani, e nesi varmışki bunun diye sorguluyo hemen benim gibi sanattan anlamayanlar:)


Halbuki Monaliza'ya bakarken tam da kıçımızı dönmüş olduğumuz şu tabloda kimbilir kaç milyon kat daha fazla emek vardır. Adamlar bi tablo içinde yirmi tane olay anlatmış resmen. Birileri kavga ediyo, adamın biri şarap fıçısından servis yaparken cüceler etraftakilere şebeklik yapıyo falan. Acaip sanatsal konuşur düşünürüm, öyle böyle diil:)


"E o kadar gezdik dolaştık, bi Croque Madamını yeriz" dediğiniz an, Louvre'un tam karşısındaki Le Palais Royal'e giriyosunuz, siparişinizi veriyosunuz ve bana hayır dualarınızı yolluyosunuz ordan:) Kendisi bildiğimiz kaşarlı tostun üstüne yumurta kırılmış hali. Tabi kaşarı da tostun içine değil üstüne eritiyolar, önemli bi ayrıntı. Fransız peyniriyle yapıldığı için de tadı pek bi güzel oluyo;)
Yumurta sevmem derseniz de Croque Monsieur isteyin. ama mutlaka Croque yiyin yani;)

kulağınıza küpe: Biz otel seçimini yaparken otelin lüks ve şehirdışı olmasındansa, temiz, uygun fiyatlı ve merkezi olmasını tercih ettik. Tabiki hem lüks hem merkezi olanlar da var, onlara da gidebilirsiniz yerse:) 
Bütün gün gezer tozar, küçük ve tertemiz bir odada uyurum, sabah kalktığımdaysa otelimin hemen önündeki metroya binip hooop istedigim yere çufçuflarım, o parayı da alışverişe ayırırım derseniz siz de bizim gibi yapın derim;)


Paris denen şehir zaten uçtan uca yürünebilecek kadar küçük. Hele bide hava da güzelse 3 günde bitirirsiniz komple.
Biz öyle yaptık, sonraki günler bi çeşit "okuduğumuzu anladık mı" çalışması oldu:)


E peki siz okuduğunuzu anladınız mı şimdi, onu diyin bana?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder