hani böyle bazı eşyalar vardır, naftalin kokmasına hiç gerek yoktur ne kadar büyük bi geçmişi olduğunu anlamak için.
bide o eşyalardan onlarcasını taşıyan evler vardır.
Ben işte o evlerden birini gördüm uzun zamandan sonra.
İçinde annane babanne dede gibi kutsal varlıkların olduğu evlerde genellikle alırız hep o havayı.
Halısından koltuğuna, salondaki vitrininden, yerini dekoratif süs eşyalığına bırakmış su testisine kadar her detayda "o zamanlara geri dönemesek de kafamızda kurarız" o "acaba neler yaşanmıştır bu evde, acaba ne ikramlar servis edilmiştir o vitrinden" sorularının cevabını..
Ben de biraz bundan esinlenerek, eskiden eşine ellerini yıkasın diye daha dogrusu abdest alsın diye:P testi tutan gelin misali boş testiden güya su akıtarak canlandırma yaptım deri taytımla.
ama bu gelin saçı maşalı, deri taytlı, leopar babetli bi gelin :) zamanla değişiyo işte herşey.
artık o damatlar da eve gelip elini ayağını yıkatmak yerine "tatlım viskimin yanına çikolata da koyar mısın?"
ya da
"canım bugün kahvaltıda ne istersin?omlet mi yapiyim yoksa en sevdiğin yumurtalı ekmekten mi" tadında evrimler geçirdi. gururla söyleyebilirim bunu zira biz de o şanslı kesime giriyoruz :)
Bu radyoyu görünce aklıma rahmetli hacı dedem geldi.
Annemin dedesi, dünyadaki en tatlı ve tonton dedeydi ve ben onun adını hep hacı dede bildim büyüyene kadar. çok sonra öğrendimki bi adı varmış.
Televizyon izlemeyi pek sevmez, genelde, bize göre külüstür ama onun için paha biçilemez bi araç olan radyosundan dinlerdi hep "acanslar"ı yani "haberler"i ^.^
Bazen oturduğu yerden kalkıp radyoyu açana kadar 1 saat geçtiği için bize derdi "aç aç aç yavrum, acansları aç, başlamıştır şimdi". işte o zaman başlardı bende acaba bu aletin neresine basılarak açılırki? yada diyelimki açtım nerden ayar çekip dedeme acansları bulabilirimki?
ayrıca acansların haberler olduğunu da diğer dedem, yani annemin babası olan dedem öğretmişti:)
Sonra neyseki babannem yetişirdi imdadımıza, hemen çevirirdi ordan düğmeyi, hacı dedemden mutlusu yok tabi sonrasında :)
Bide ben bu hanımağa duruşunu çok severim.
gerçi böyle bağdaş kurup oturmaktan çok, kurbağa gibi toto yerde, bacaklar yanlara dogru açık oturmayı severim(kolay kolay kimse de öyle oturamaz heee, ben nerden kimden öğrendiysem artık, yerde oturuyosam tek duruş şeklim odur:))
böyle bi köşe bulunca hakkını vermek lazım gelir diimi.
Tastan su içmek diye bi kavram da vardı bide eskiden,
"hay allah senden razı olsun, su gibi aziz ol"
"ölmüşlerinin canına gitsin"
"su verenlerin çok olsun" tamam kabul ediyorum bunu ben uydurdum:)
bütün bu hayır dualarına sebebiyet veren o meşhur su tası bu, yani bunun gibi taslar, tam olarak bu değil:)
Zamanında zaten cam diye bişi olmadığı için, tencereyle yemek yapılıp ortaya koyulur, herkes tahta kaşığıyla ortadan yermiş.
bi su testisi varmış, bide tas.
susayan testiden suyu tasa doldurur içermiş yukardaki gibi iki eliyle tutmak suretiyle.
zamanında öyleymiş, biz denk gelmedik belki ama annanem anlatırdı..
Şark köşesi, keçeli minderler yastıklar, desen desen kilimler..
ben bu otantik ortama bayıldım.
bide insanın içindeki daha doğrusu midesindeki gözleme-ayran aşkını tetiklemiyo mu sizce de? ^.^
Bu post çok göçebe çadırı tadında, çok otantik, çok antika oldu.
Beni boşverin şimdi, sizce de süper değil mi burası? :)
Yorum Gönder