Bütün bir hafta ofis sandalyesi, bilgisayar, masa ve masanın üzerindeki bütün ıvır zıvırlarla yeterince haşır neşir olduktan sonra bünye 1,5 üstünden 2 günlük bir tatil yapınca neye uğradığını şaşırmaz mı? şaşırır tabi. Atar kendini dağlara kayalıklara.
Ama ille de sıradan bi kaya olmasın der, girintileri çıkıntıları olsun. Oyuntuları olsun. Tepesinde onu güneşten koruyan bi şapkası olsun.
Hal böyle olunca halinden bezmiş bünye, Kapadokya'nın kırk kere de gitsen büyüsünü yitirmeyecek, çorak ama lezzetli topraklarında bulur kendini.
Gördüğü her oyuntuya girebilmek, her sarp tepeye çıkabilmek için en rahat kıyafetlerini seçer. Aslında daha ziyade "üzerine ne bulduysa onu giyme" ve "hem sıcaktan bunaltmayacak, hem hava serinleyince sıcak tutacak kıyafetleri seçme" yöntemlerini uygulayarak çıkar zaten yola. O yüzdendirki onun için her yer gezilesi, hoplanası, zıplanası, ordan oraya atlayarak geçilesidir.
Aman topuğum kırılmasın, aman şurda iki mola verelim ayaklarım şişti, offf yırtmacım yırtıldı, resmen amele yanığı oldum keşke o sırt dekolteli blüzümü giymeseydim türünde "gezi" kavramıyla hiçbir şekilde örtüşmeyen diyaloglar içerisinde kendini bulmamak adına gerekirse postacı adem gibi görünmeyi göze alarak doldurur bavuluna en rahat kıyafetlerini.
En dar açılı objektifle yola çıkmanın dayanılmaz çöküntüsü sarar dört bir yanını. Bütün peribacalarını sülalece fotoğraflamak isterken, sadece bir çekirdek aile fotoğrafı çekmekle yetinirsin. Ama bu ve bundan öncesinde yaşanan benzer durumları öyle bir içerlersinki, yeni bir fotoğraf makinesi ve objektif almak için başka hiçbir sebebe gerek kalmamıştır:)
Otelin hemen arkasındaki bütün harabeler, gizli odalar, kiliseler ziyaret edilir. İnsanların yemek yapma amaçlı kullandığı çukurlara toto oturtmak suretiyle türlü şebeleklikler yapılır ve hatta civardaki poz verme konusunda sıkıntısı olan turistlere de ilham kaynağı olunur.
Peribacalarına yapılan klasik benzetmelere ilaveten, herzamanki minikkuş yaklaşımıyla nesnelere bakılır ve aslında onların sadece tüf denen kayaçlardan ibaret olmadığı, yavrusunu kucağına almış şefkatle seven bir anne görüntüsünün gün gibi ortada olduğu fotoğraflanarak kanıtlanır ve coğrafya yada isteğe göre tarih kitaplarında yerini alır.
"Kırk yıllık şarap degüstatörü" görünümlü pozlar verilir.
Arkaplanda yaşananlar:
M: Meraba ben şarap tatmak istiyorum.
Satıcı: Buyrun yardımcı olayım, ne tür bir şarap isterdiniz?
M: Hımm meyveli olsun. Mesela çilekli olabilir yada elmalı filan. Var mı?
Satıcı(o sırada totosuyla da gülmektedir bi yandan): Hanfendi şarap zaten üzümlü, üzüm de yeterince meyve sayılabilir bence:) Şarap dediğin aromalı içilmez, zaten böyle şeyler bi bizim ülkemizde oluyo.. gibisinden bi sinirleri hafiften hoplamaya başlar.
M: O zaman mayhoş olmasın, tatlı bişi olsun. O da mı yok?
Satıcı: O zaman size Dömisek öneririm. Çok beğeneceksiniz.
M (şarap tattıran diğer satıcının yanına gider): Meraba beni şu arkadaş buraya yönlendirdi, sizde dövisek varmış, ondan içcem ben.
Adam: Ha evet Dömisek:) Tabi buyrun. (içten içe gülmekten kalbi sıkışan ve günde benim gibi en az 23456 kişiyle uğraşmaktan beyni buharlaşmak üzere olan bir adam hayal edin kafanızda)
Yukardaki mutlu son pozuyla hikaye biter. Dömisek(yarı tatlı) şarapları şişe şişe doldurulur poşetlere. Şerefe!
Ürgüp yollarında gezerken mahallenin yağız delikanlısı ve aynı zamanda son derece doğal dişleri sebebiyle "dişlek" adını almış bu muhteşem arkadaşla bikaç dakikalık muhabbetin kimseye bi zararı dokunmazdır. O da en konuksever ve fotojenik haliyle zaten hali hazırda pozunu vermektedir.
Yine ürgüp yollarında bütün evlerin işçilikle bezenmiş duvarlarında kendinizden geçer, zorunlu molalar verirsiniz.
Buralarda yaşayan insanlar hep minicik, küçücük nineler, dedeler olmasına rağmen bu kocaman kapılardan geçiyo olmalarına hayret eder, hazır hayret etmişken ordan fotoğraf çekmeden de ayrılmak istemezsiniz.
En kıymetli, en el emeği göznuru aynalarda deneysel çalışırsınız.
Yürümekten dilim damağım kurudu dediğiniz anda Ürgüp'ün kitaplarda Temenos diye geçen Temenni tepesinde çay molası verirsiniz. Hazır oraya kadar gitmişken günbatımına kadar kalırsanız muhteşem bir manzaraya da tanıklık edersiniz. Ama hayır derseniz o zaman Kızılvadi'de de birbirinden kızıl peribacaları eşliğinde günbatımını izleyebilir ve bide yanınıza şarabınızı aldıysanız keyiften dört köşe olabilirsiniz.
Çay kahve bahane, buralar ne kadar da şahane diyerekten bütün sokakları arşınlar, her molada bardak bardak çay hüpletirsiniz adet yerini bulsun diye.
Günbatımından sokak ortasında yürürken bile faydalanabilirsiniz.
Ürgüp'te, hatta Nevşehir'in her bir köşesinde meşhur olan Testi Kebabı'nı yersiniz.
Ama siz de benim gibi koyun kuzu eti yemeyenlerdenseniz, işte o zaman yukarda görmüş olduğunuz ve benim hayatımda yediğim en güzel şeylerden biri olan Güveçte tavuğu Şömine Restoran'da yer, sonra da o güveci icat eden amcaya bildiğiniz bütün duaları edersiniz.
Testi kebabı, sunumu itibariyle biraz farklı olduğu için merak uyandıran, aslında özünde güveçte yapılan bi kebap. Ama gitmişken yemekte fayda vardır, yemesi sevaptır.
Göreme'nin peribacaları mevkiinde, etrafımızda
kayalıklar ve kilise kalıntıları, arkamızda Kızılvadi ve otelin göbeğinde kocaman bir seyir terası.
Kapadokya'ya gitmek ama günübirlik değil konaklamalı tatil yapmak, mağaraların gece ışıklandırılmış o muhteşem görüntüsüne de şahit olmak istiyorum, bide her yere yakın olsun, hop ordan oraya gidebileceğim kadar merkezi olsun derseniz size kaldığımız oteli şiddetle öneririm.
Canela Otel, Göreme'nin Çavuşin köyünde, eski harabelerin ve yıkıntıların orjinalliği korunarak düzenlendiği bir kaya oteli. İnternetten otel rezervasyonu yapıp gittiğim ve hayal kırıklığına uğradığım onca otel vakamdan sonra bu otel resmen ilaç gibi geldi. Dekorasyonundan yemeklerine, temizliğinden personellerin son derece ilgili ve güleryüzlü tavırlarına kadar herşeyiyle on numaraydı. Reklam gibi olcaksa da varsın olsun, Kapadokyaya yolunuz düşerse benden size bizzat yaşanılmış ve memnun kalınmış bir örnektir, dikkate alına;)
Kapadokya için 2 gün son derece yeterli.
İlk gün Ürgüp, konaklar, şarap mahzenleri, temenni tepesi, peribacalarının her çeşidinin bolca bulunduğu Paşabağı gezilir. Göreme'deki birbirinden hayran kalınası, yapanın ellerinden öpülesi kilimler tek tek incelenip yine bir kararsızlık neticesinde hiçbirşey alınamadan otele dönülür.
İkinci gün de Avanos'ta çanak çömlekçiler keşfedilir, hatta kendine güvenenler çömlek yapımına bizzat katılabilir. Uçhisar kalesine çıkılıp Kapadokya bölgesinin en yüksek noktasında başınızın dönmesine izin verirsiniz. Bide hazır gitmişken uçhisar tepesindeki boş bizans mezarlarını görüp, hatta benim gibi içine girip pozunuzu verir, gönlünüz ferah, içiniz rahat bir şekilde kaleden aşağı inebilirsiniz. Yeraltı şehirlerini de 2. gün görebilir, sonra da evli evine köylü köyüne hesabı tıpış tıpış yola koyulursunuz.
Ha bide bütün bunları anlatırken bi yandan da pizza yediğimi belirteyimki aramızda gizli saklı bişey kalmasın, herşey net olsun diimi.
Bana göre bir çırpıda biterken, size göre oku oku bitmiycekmiş gibi görünen bir postun daha sonuna gelmişiz, insan bir haber eder, bir "canım bak post bitti, hadi git evine dinlen", bir efendime söyliyim "bırak artık çene çalmayı, bak akşam ezanı da okundu sen hala bilgisayar başında bikbikbik konuşuyosun" der.
Mekan: Kapadokya'nın her bir köşesi
Oyuncular: Ben&Erman
Baskılı tayt: Popart
File atlet: Ajda Pekkan for Twist
Şapka: H&M
Oyuncular: Ben&Erman
Baskılı tayt: Popart
File atlet: Ajda Pekkan for Twist
Şapka: H&M
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder