Webdeyakala | İletişim | Sitemap Ocak 2012 - NyksGame | Online Oyun Hileleri - Metin2 - Point Blank - WolfTeam

Beynini dinle.


Değişiklik iyidir. Zaman ve mekandan bağımsız, herhangi bir ruh hali içindeyken yapabileceğin bişeydir.
Hiç makyaj yapmayan birinin çantasında ruj ve allık taşımaya başlaması gibi,
babet benim vazgeçilmezim derken dolabının bir anda topuklular tarafından ele geçirilmesi gibi,
yıllardır uzatıyorum bu günleri görmek için, dünya ikiye ayrılsa yine de kestirmem dediğin saçlarını kestirmek gibi,
yada bir erkeğin "sıkıldım artık armut gibi yaşamaktan, biraz üçgen olsam fena mı olurdu" diye düşünüp spor yapmaya karar vermesi gibi.




Demem o ki, sadece zevklerde değil, hali hazırda hep aynı olan şeylerde de değişiklik yapmak iyidir. 
Aynı kaş, aynı göz, aynı göğüs.. falan diye devam edersem konu birazdan Ajda Pekkan'a bağlanacak, burda duruyorum.
Değişiklik neden mi iyi?
Şöyle anlatayım sevgili okur.
Nasılki aynı kıyafeti üst üste iki gün giymek yada bugünkü yemeğin tencerede kalanını yarın yemek sıkıcıysa, hergün aynaya baktığında aynı suratı hiç değişmeyen ifadesiyle karşında bulmak da o seviye sinir hoplatan bi durum.
Hal böyle olunca beyin bi başka çalışmaya başlıyo acaba seni nasıl görmek isterdim diye. Beyin derken sağ ve sol lobu olan beyinden bahsediyorum yoksa Erman beyin benle ilgili öyle bi çalışmasını görmedim hiç!
Benim beyin sağa kaymış mesela. Ne kadar duygusallık, hayalgücü, efendime söyliyim eften püften fotografik anı varsa hepsi bende gani. Mantık ikinci planda. Yeryüzünde bitane dişi gösterinki bana yalnızca mantığıyla hareket etsin zaten.






  
  



Beynim diyoki 
"senin çok acil saç değişikliği yapman lazım, sağ tarafım öyle söylüyo. Hani mesela ortaokul zamanlarında böyle küt saçlı perçemliydin, yine öyle olabilirsin. Solum da diyoki mümkünse aceleye getirip hepsini kestirmesin, biraz mantıklı davranıp önce perçemle başlasın. Ha baktı sonuç iyi, ileriye dönük tüm olasılıklar hesaplanmak şartıyla kısa kestirebilir akabinde."

Tamam diyorum beynime, iki lobunla birlikte başımın üstünde yerin var.
Kökü bende nası olsa, yine uzaaar..

Kaban: Mango / Etek&Kazak: Twist / Çanta: Zara / Bot: Beta
Etiketler: , , , , , , , ,

Hayırdır inşallah.



Taşı bile yosun tutar demişler!
Hakkaten de ne iyi söylemişler. 
Herkesin bi tamamlayıcısı, hatalarını düzelteni, tam dibe vurmuşken yardım edeni, rüyasında bile olsa uçurumdan düşecekken elinden tutup yukarı çekeni yok mudur..


En kaygan zeminlerde bile sen düşsen de onun düşmeyeceğinden ve seni asla düşürmeyeceğinden emin olup koluna girdiğin değil midir o sevgili insan.


Tıpkı şıpsevdi sakızlarında da söylendiği gibi, 
"aşk; aynı şemsiyenin altında ıslanmamaya çalışmak" yada onun gibi bişi değil mi?

Şimdi bide gerçek dünyaya bakıyoruz.

Bizde şemsiyeyi Erman tutuyosa sen ıslanmaya mahkumsun. O yüzden sen sen ol kafandan bereyi, elinden şemsiyeni eksik etme sevgili ben.

Ayrıca ben rüyamda uçurumdan uçuyosam elimden tutup çeken de olmuyo. Bildiğin düşüyorum. Ama yükseklik ne olursa olsun düştükten sonra kalkıp yoluma devam edebiliyorum neyseki. Malzemem sağlam demekki.


Bide ben sıkça uçan ve ordan oraya ışınlanan bi insanım rüyasında. O yüzden uçurumdan düşerken bile kafam rahat, "amaaaan sonuçta uçabiliyorum, tam yere değcekken kollarımı açtım mı hop tekrar havadayım" diyorum.

Her nekadar babannem "yavrum rüyanda uçtuğunu söyleme, sonra bidaha göremezsin öyle rüyalar" diye ilginç yaklaşımlarda bulunsa da taaa çocukluğumdan beri, benim düzenli uçuş mesailerim var.

Ha bide rüyanın içinde rüya görmek diye bişi var, o hepsinden şahane. 
Hani derler ya dünya yansa bi kalbur samanı yanmaz diye, aynı o hesap, karşındaki seri katil senin kollarını bacaklarını falan poşete doldururken bile "ohooooo hiç umrumda değilsin, istersen al kulaklarımı da şu poşete koy" diye katile yardımcı olabilir, 
"bundan uyansam bile elimde hala bi rüyam daha var " diye kendine telkinde bulunabilirsin. 
Sıfır risk. Rahat ol, kendini katilin ellerine bırak:)

  


Hepinize ayaklarınızı mutluluktan yerden kesecek güzellikte şeyler diliyorum, artık ne isterseniz ^,^

Oldu o zaman. Bu vesileyle sizlere de artık kal getirten pembe botlu ve paris'li fotoğrafları bitirmiş bulunmaktayım. 
Hayırlı olsun.

Tütü elbise: H&M / Yağmur botu: Hunter / Bere: Tally Weijl / Şemsiye: T-Box / Eldiven: Paris'te bir butikten

Etiketler: , , , , , , , ,

Vivienne Westwood Anglomania!

  



Sim ayakkabıda güzeldir, saçta değil.
İşte mis gibi kokusuyla burnumun direğini şenlendiren simli süslü melissa'larım :) Sonunda kavuştuk. Küçük bir bayram havası estirdik evde bu vesileyle.
Yayında ve yapımda emeği geçen, lojistik konusunda hiçbir desteğini esirgemeyip taa İtalya'lardan bana bu pek şahaneleri getiren Sevgi kuzuma teşekkürler olsun.
Etiketler: , , ,

Beyin mıncıklanması durumu.


Yani gören de 58 yaşında görmüş geçirmiş biri sanır beni, ne zaman bişey yazmaya başlasam paso geçmişte yaşadıklarımdan bahsediyorum.
Yukarda gördüğünüzün yarısı kadar yaşadım henüz(açık vermemeye çalışıyorum), aklım başımda geçirdiğim kısmıysa onun da yarısı. Dersimiz matematik değil tabi, hesapla kitapla uğraştırmıycam sizi bi rahatlayın.
Zira bugün anlatacağım şey çok farklı.


Beden dersi diye bişi vardı mesela, bitürlü beden eğitimi diye söylenmezdi. O kadar dersten öteydiki, önlük mönlük hak getire, o gün beden dersi varsa tüm gün eşofmanlı dolaşır, rahat rahar su savaşı yapardın nası olsa yakalığın ıslanmıyo:)
Kimisi yanındakini çimdikler, kimi taaa 10 sıra arkasındakine bağırarak laf yetiştirir, kimi en büyük balonu kim şişirecek sevdasına ağzında bi tomar sakızla boğuşur. İşte dirsek-omuz teması denen şey de bu yaratıkları hizaya getirebilmek için çıkarılmış mesela (bakınız yukardaki duruş)


Beklerdikki annemizin günü münü olsun da evden gitsin, bütün makyaj malzemeleri bize kalsın. Fütursuzca ağzımızı gözümüzü ruja bulayabilelim, kolumuza bacagımıza kadar oje sürelim.


Ben de en çok ablalık halleri vardı. 2 yaş da olsa büyük müyüm? büyüğüm sonuçta.
"Hadi canım sen git arkadaşlarınla dışarda oyna, ben de size kurabiye yapiyim" diye kardeşi ve komşu kızını sokağa salan abla modeli, yaş 8, kurabiye ise ya çamurdan ya oyun hamurundan tabiki:)


Bide zor diye düşündüğümüz, amaaaaan ne gerek varki bunları öğrenmeye dediğimiz, sınavlarda düzgün cümle kurmak için ter döktüğümüz, ismin -i hali, -den hali gibi sıkıntılarımız vardı mesela. Çok zor günlerdi çok.


  

Her sırada iki kişi oturduğumuzu varsayarsak, yazılı sınavlarda mutlaka bi okul çantası yada resim dosyası olurdu sıranın tam ortasına dikine koyulmuş. Zaten o sayede hiç kopya çekemezdik, herkes bildiğini yazardı, diimi. 
Oooo kamon çekinmeyin, burda aramızda konuşuyoruz, rahat olun. O kopyayı çekmek istemiyodunuz aslında, sadece dosya yeterince kapatmamıştı arkadaşınızın kağıdını ve siz ister istemez görüyodunuz cevapları.


Benim beyin egzersizim böyle oluyo işte. Geriye geriye, gidebildiğim kadar geçmişe ışınlanıp, orda neler yaptığımı hatırlayarak çoğu zaman eğlenip bazen de üzülerek beyin hücrelerimi temizleyip çitiliyorum, iyi geliyo bak sen de dene ;)

Oldu o zaman, madem kar kırk yılda bir işe yaramış ve heryer tatil olmuş, e ben niye hala yazıyorum çok afedersin?

Hırka: Koton/ Tayt: H&M / Bot: Beta / Çanta: Nine West
Etiketler: , , , , , , , , , ,

Bağ(ım)lılık


Bi ben miyim acaba eşyalarına bu kadar tutkuyla bağlanan? 
aman o benim için çok önemli, yok bunun bilmem nerden hatırası var diye diye evin kocaman bir kiler olma yolunda ilerlediğini gördükçe korkuyorum gidişhattan.





Bide o şeye bağlanma kısmından öncesi var tabi. Alana kadar verilen mücadele kısmı.
Takdir edersinizki o kadar ara tara tırım tırıs hiçbir yerde bulamadığın bişey, birden karşında dikilince alasın ve otomatikman onunla bi bağ kurasın geliyo!
Tıpkı Zara'nın aylar önce lookbookunda görüp uzun süredir gelmesini beklediğim bu çanta gibi.



Yada hiç hesapta yokken karşıma çıkan ve beni al beni al onu alma diye dore rengini işaret eden bu siyah deri etek gibi. Ama ben kıyamadım ikisini de aldım 


  

Daha bunlar gibi o kadar çok şey varki bağlandığım..

Avuç kadar saksıda yaşayıp, aylarca sulamayı unuttuğum halde küsmeyen, bir damla suyla aylar sonra tekrar tekrar hayat bulan kaktüsüm,

Belirli aralıklarla alıp masamda biriktirdiğim, her gün bir azimle "bugün 2 litre su içicem" diye başlayıp günü hiç su içmeden bitiren bana kızmayan ve beklemiş suyla masamda pinekleyen sürahilerim,

sıkıldıkça peçetelerden, A4 kagıtlarından yaptığım garip şekilli, ama atmaya kıyamadığım çöplerim,

bundan taaa 4 sene önce jujumun yerde bulup bana verdiği ve hala anlamsız bi şekilde post-it'lerimin içinde sakladığım at kestanelerim,

hergün düzenli olarak eve götürmeyi unuttuğum ve aylardır masamda ikamet eden asetonum,

iğrenç kokulu silgim,

bütün ofis ahalisine hizmet eden mayonez görünümlü nemlendiricim,

"always believe in yourself and your dream" yazılı, bırak çayı su içmeye kıyamadığım kupam,



artık yazmayan, mürekkebi kurumuş olduğu halde hala kalemlikte takılan tükenmezler,

güvence olarak her daim elimin altında tuttuğum fındıklı hoşbeş, çilekli lila pause ve negro,

hala eski soyadımla panomda asılı duran kartvizitim ve yine panomdaki canım arkadaşımın yeğeninin fotoğrafı [yanıma gelip de kim olduğunu soran herkes önce bi dumur oluyo öğrenince:) illa kocamın fotoğrafını koycak halim yok sonuçta:P ]

ve sen, her yemek siparişinden sonra artan tuz ve karabiberden oluşan orta çekmece.




o kadar hayatımın içindesinizki birinizin bile eksilmesine dayanamam. hergün yoklama alıcam ona göre.
özellikle de çilekli lila pause sana söylüyorum fındıklı hoşbeş sen anla!

Çanta: Zara(yeni) / Etek&Eldiven: Paris'te bi butikten / Kazak: Koton / Bot: Markafoniden ama markasını hatırlamıyorum / Şemsiye: T-Box / Şapka: LCW çocuk / Atkı: Sarar(Erman'ın:)) 
Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Little little in the middle.

Tutturmuşum illa Eyfel'i görücem iki haliyle de diye. Bi gece görüşü, bide gündüz yakından duruşu.
Tabiki düştük yollara. Git git bitmez. Ama neden bitmez bi sorun?
Adım başı gördüğü her otun püsürün önünde fotoğraf çektirmek isteyen bi minikkuş olursa yanınızda, o yolculuk bitmediği gibi çileye dönebilir sizin için. Ama yanınızda fotoğraf çekmekten hoşlanan bir Erman bulundurursanız ve o minikkuş da zaten sizseniz o zaman çok keyifli geçebilir işte:)





"Eyfel uzaktan iyidir, yakından bakınca bi halta benzemez, abartıdan ibarettir" diyenlerin alnını karışlamak için dibine kadar gittim, gördüm. Yaklaştıkça güzelleşen ve takdir edilesi ihtişama sahip, evet demir yığını gibi görünse de inanılmaz emek harikası bi eser bence. 


Denedim, hakkaten sağlam yapmışlar.


Buraya kadar gelmişken bi zıplamadan gitmek olmazdı. Gerçi ne zıpladım hopladım da siz sadece birini görüyosunuz çok şanslısınız :P


  
Bakın gece de ne şahane görünüyo..
O değil de çok içerlediğim bişi oldu o akşam. Biz sümküre sümküre eyfeli duman almış naralarıyla yağmurdan paçoza dönmüş parkın içinden yürürken tam o sırada parkın yanındaki o sanat eseri görünümlü evimsi şatonun içinde bi hanım ablamız eyfele nazır koşu bandında sporunu icra ediyodu. Perde kavramı pek olmadıgı için bu zat-ı muhteremlerde, evin bütün dekorasyonunu tüm alıcılarımı kullanarak ezberledim adeta! muhteşemden de şahane bi evdi hem içi hem dışı. 




Korku filmlerini aratmayacak cinsten bir kilise görüntüsü. Tam da "aaaa ne güzelmiş hadi fotoğrafını çekelim" dediğimiz sırada çalmaya başlayan çanlar.. Etrafta bir insan evladının olmayışı ve gecenin bir körü olması da cabası!



Paris'e gidecek olanlara iki çift sözüm var, özellikle de alışveriş amaçlı gidecek olanlar buraya baksın bi. Disneyland'e giden RER hattına biniyosunuz ve sondan 2. durakta yani La  Vallee'de iniyosunuz ve Paris'in en büyük ikinci outlet merkezini geziyosunuz. Dünyaca ünlü biçok markanın ürünlerini hatrı sayılır indirimlerle alıp keyiften dört köşe ayrılıyosunuz mekandan.
Tek katlı evlerden oluşan açık hava alışveriş merkezi oldugunu da söyleyeyim de sonra "vay efendim AVM dedigin kapalı olur, ona güvenerek t-shirtle gelmiştim ben" durumları olmasın.




Bu burberry trenchcoat'u çok beğendim ama bedeni biraz küçük geldi! 
o kadar sevimliydiki bütün parçalar.. Solumda duran elbiseyi de görüyosunuz diimi ^.^ yoksa sadece ben mi görüyorum?



Her yerde bir "soldes"tir gidiyo buralarda. Paris'te 11 Ocak-15 Şubat tarihleri indirimin dibine vurduğu dönem oluyo. Her yer, herşey indirime giriyo. Ben de zaten bunu fırsat bilip özellikle ocak ayını tercih etmiştim. 
Ama gel görki unuttuğum küçük bir detay vardı, buranın para birimi TL değil Euro!
Yani eline aldığın her ürünü 2,5la çarpıyosun, gerçekler de yüzüne çarpıyo böylece:)
Aaaa louis vuitton'da indirim varmış diye yaklaşıyosun mesela. Önce dur bi düşün diimi ne kadar inebilirki diye!
aaaa kemerler 1200€'dan sadece 600€'ya inmiş diye sevinmeye çalışıyosun ve ok bye diye terk ediyosun olay mahallini.
Ha bide Paris'in ara sokakları var mesela. Minik minik butikler var, ara ara vintage butikler var ki mutlaka gidip görmeli, almasanız bile bakmalı ve 70li 80li yıllara gitmelisiniz:) Fiyatlar da çok makul;)




Evet ne diyodum, size daha önce de söylediğim gibi, yemek fotoğrafı çekimi konusunda hala unutkan ve aceleciyim:)
Sunumu her ne kadar çorbaya dönmüş gibi dursa da, şiddetle tavsiye edeceğim bi yemek olduğu için paylaşmam gerekiyodu sizinle!
Herkes yabancı bi memlekete gidince önce bi ne yiycem derdine düşer.
Ama artık öyle bir probleminiz olmayacak:) Çok pis reklam yapıyorum da kıymetimi bilen yok:)
La Vallee Village yanındaki AVM'nin içinde Mezzo Pasta'yı buluyosunuz. Bardakta mısır misali adamlar kutuda makarna satıyo. Ama ne makarna! Özellikle parmesan soslu tavuklu veya napoliten deneyin. Lütfen!!


  
Gezdiniz gezdiniz yoruldunuz ve o sırada makarnaları erittiniz tabi. Midenizin tekrar kazınmaya başlamasından tam olarak yarım saat önce, yine aynı AVM'nin içinde bitane nutellalı gofret istiyosunuz yukardaki gibi. Hem iki kişi kafi miktarda tatlı ihtiyacını görmüş oluyo, hem de 10 kaplan gücünde alışverişe devam edebiliyosunuz ;)




Buda trende gördüğümüz yaratıcı bi sticker çalışması:)



Louvre müzesini gezdiğimiz gün dolgu topuk da olsa topuklu bi bot seçtiğim için otele dönüp hemen sevgili botlarını giyen ve adeta iş kıyafeti haline gelen taytını üstüne geçiren ben Seine nehrindeyim, yani kenarında:)
Tekne turu yapacaktık ama hava koşulları pek de elverişli olmadığı için kenarında takılmayı tercih ettik biz.
Bakın görüyosunuz yazın güzel havalarda gidin diye neden bi tarafımı yırttığımı. Herşey güzel havada güzel çünkü.



Her yerden sanat, her yerden tasarım harikası eserler fışkıran bi şehir burası. ve bu gördüğünüz ağaç da tamamen pet şişelerden yapılmış!



Champs Elysees'nin büyük bir kısmını kaplayan LV binası:) özel ilgiyi hak ediyo ama şimdi allah var;)



Karşılıklı iki geniş ötesi kaldırımlı bi cadde düşünün. Ortadan da trafik aksın o sırada. Hah işte tam orası Champs Elysees oluyo;)





Haagen Dazs delisi bünyemin brownili dondurmaya ihtiyacı vardı ve başka çarem yoktu 
Bu arada sadece burası için söylemiyorum, hiç çekinmeden bütün dondurmacılarda durup ve hepsinde kocaman külahlara top top dondurmaları doldurtup afiyetle yiyebilirsiniz, zira hepsi birbirinden lezzetli.




Bence burda bi duralım. Çok fazla fotoğraf oldu. Çok yoruldunuz biliyorum. Biraz mola verelim.





Önce bi kahvaltı yapıp, tabi kahvaltı derken fransızlar gibi kruvasan ve kahve ikilisi değil, dolu dolu omlet, patates kızartması ve çay eşliğinde bi kahvaltı tabikisi de:)





Tamam şimdi yeşil yandı tura devam edebiliriz.




Derken bi bakmışım Lafayette'teyiz. Her yer vıcık vıcık insan dolu, sanırsın mahşer yeri. Herkes deli danalar gibi alışveriş yapıyo. Büyük bir çoğunluğunu ünlü markaların işgal ettiği, dükkan dükkan değil de ortaya karışık markaların yayıldığı bi AVM düşünün. Bir kat komple aksesuar, iki kat giyim, bir kat bebeler için falan derken oldu mu sana dev gibi bir AVM. Ama sarayı bozup da alışveriş merkezi yapmışlar gibi bi mimari. Seyretmek için bile gidilir.




Şu ayakkabılarda, 



eteğini çekiştirdiğim şu elbisede ve yanındaki diğer tüm renkli elbiselerde kalbimden birer parça bıraktım ben.




Ayakkabı alası olmayan adama bile ayakkabı aldırır bu deneme koltukları.




ve yine sokaklarda caddelerde fink atmaya devam:)
Benim Paris'te hem yeme-içme, hem gezme alışveriş yapma, hem de mimari açıdan en beğendiğim bölge yada bana öyle gelmiş de olabilir, Rivoli oldu.



her yer böyle dede arabalarla dolu, gidip sevmişliğim bile var bazılarını park halindeyken:) herşeyin küçüğü seviliyo işte ^.^



Kürklü parizyen teyzeleri de unutmamak lazım. Kimse süsünden taviz vermiyo burda. Ona göre.

Anladığım kadarıyla orda bi ben dilsiz uşak misali ne bulduysam üstüme geçirip dolaşıyodum.


Christmas etkisi hala sürüyodu dışarda..



Rivoli'de şahane bir vitrin! önce "aaaa dikiş makinesi cenneti, hadi içeri girelim. belki güzel bi makine alırız bana, sonra da havaalanında gümrükte bırakmak zorunda kalırız" düşüncesiyle bi girdik ki içerisi kıyafet çanta dolu. 
Vitrin silme dikiş makinesi, singer'inden berlin'ine:) müşteriyi nasıl çekeceğini biliyo işte hınzır satıcı.


Resmen sabahlamışız da sabaha karşı eve dönüyo gibi olmuşuz. 
Çok yorulmuşuz, ayaklar bitik, başımız dönüyo ve herşey yukardaki gibi flu..


Sıkıştırılmış bir Paris postuyla sözlerimi burda bitiriyorum.
Hala nereye gidiyim, ne yiyip içiyim gibi soruları olan varsa ben daha ne diyim:)
şaka yaa şaka hemen sinirlenmeyin, siz sorun ben cevaplarım seve seve ^.^
Etiketler: , , , , , , ,
 
Webdeyakala | İletişim | Sitemap
Destek : Film izle | İletişim | Sitemap Telif Hakkı © 2013. film izle online film izle - Tüm Hakkları Saklıdır.. Sitemizde yer alan tüm videolar, kaynak kodları ile video paylaşım sitelerinden alınmaktadır. Telif hakları sorumluluğu bu sitelere aittir videoların hiç biri sunucularımızda yüklü değildir. Hak sahiplerinin iletişim adresimizden talep etmesi halinde UYAR-KALDIR yöntemi işletilerek, istenen içerik iki iş günü içerisinde siteden kaldırılır.