24 Aralık 2013 Salı

31, 32, 33 ve daha birçok şey:)


Bu durumdan hiç hoşlanmamakla birlikte, ayda bir post yapma rutinine girdiğim bir 36. haftadan sesleniyorum size. Kızsanız da, içerleseniz de, amaaaaan yazmazsan yazma çok da şeyime deseniz de hakkınız var. Tek sorun benim takıntılı oluşum. Özenmeden, paylaşacak 1-2 tane bile olsa fotoğraf olmadan ve onları da elden geçirip size en güzel şekilde sunmadan post yapmak içime sinmiyo. Öyle yapacağıma hiç yapmam mantığından yola çıkıyorum sanırım bu sıralar..
Bide hani durur durur, sonra bütün herşey üst üste gelir ya, hah işte aynen öyle bir iş yoğunluğu içindeyim izne ayrılmama 1 hafta kala..

Bende mazeret çok. Bu postu komple mazeretlerle donatıp sizi kaçırabilirim istersem:P Ama yapmıycam.
Ortalarda yokken neler yaptığımı, tipimin ne hale geldiğini, daha ne kadar insanlıktan çıkacağımı merak eden pek sevgili okuyucularım için bikaç bişey söylemem lazım hazır gelmişken.



Ben ne haldeyim?
- 36. hafta itibariyle +13 kilodayım. Aç/tok yada ayakkabılı/ayakkabısız muhabbetine girip kafaları karıştırmayalım:)
Artan kilolardan mıdır, yoksa düzenli olarak yaşamaya başladığım hatta yaşam tarzım haline gelen bel ağrısından mıdır nedir bilmiyorum ama boyumun giderek kısaldığını hissediyorum.

-Son birkaç haftadır midemin üstüne iyice yerleşmiş ve orda kendi cumhuriyetini kurmuş kızım sebebiyle kapağı açılan midem, bütün asidi ağzıma kadar getirmekle kalmayıp, ofisin orta yerinde yanıyoruuuuuuum dedirtecek seviyede yanarak olayları çığrından çıkarma konusunda rakip tanımıyor. Yemediğim meyve, içmediğim ılık içecek, almadığım pastil kalmadı. Şimdi size şahane bi önerim olacak. Sadece hamilelere değil, midesi cayır cayır yanan, ekşiyen yada reflü benzeri rahatsızlıklar yaşayan herkes üstüne alınabilir ;)
Eczaneye gidiyosunuz, bitane Rennie Duo alıyosunuz. Sonra o şurubu dikiyosunuz kafaya. İşte bu kadar basit. Sonrası güzel rüyalar, dinlenmiş uyanılan sabahlar, yangınsız geçen günler:)
dipnot: Herşeye rağmen en ufak bir bulantı yada aşermeye maruz bırakmadan beni bu haftaya kadar getirdiği için mideme teşekkürü borç bilirim. Tabi bu noktada, ne bulduysam yiyip çöplük gibi mideme indirmemin ve dolayısıyla canımın çekmesine fırsat tanımamamın da etkisi büyük :P


- İşten arta kalan, yani akşam sekizde eve geldikten ve yemek yiyip topladıktan sonra kalan zamanlarda (yazarken ben bile acıyorum kendime:P) kızım için bişeyler üretmeye çalışıyorum. Instagram'dan takip eden arkadaşların yorumlarına göre "üretkenliğimin doruğundayım" hatta :))
Napiyim, tekstil sektörü de bu kadar allı pullu yada duyan gelmiş konseptli olmasaymış o zaman. Bitane mi şöyle desensiz, pastel tonlarda yatak takımı olmaz.. Hep bi çiçek böcek kelebek, her yerde bi fisto dantel..
İnsana ister istemez bi ilham geliyo zaten hal böyle olunca:) Bide üstüne dikiş yapmaya bayılıyosanız tamamdır. Ama mutlaka bayılmanız gerekiyo, buraya dikkat. Çünkü dikiş işi sabır işi. Bu işi yapmak için yanıp tutuşmanız gerekiyoki, başladığınız işin sonunu görebilesiniz:)
Diktiğim cicileri de yakında odasına yerleştirip paylaşıcam sizle. Yakında dediysem nerden baksan iki ayı bulur:P

- Hastane bavulu olaylarına henüz girişmedim. Ne lohusa tacım, ne süslü terliğim, ne de cafcaflı geceliğim var. Son dakka insanı olarak akışına bıraktığım biçok şeyden biri de bu. Zaten doğurduktan sonra hala kocaman olan bir göbekle hastane koridorlarında volta atarken ve "aaaa hiç doğum yapmamış gibisin" sözlerine maruz kalırken kim takar ipek geceliği, kim takar terlikteki fiyonku!

- Baby shower mı? O neki? Biz son dakkaya kadar çalışan ve hatta ofiste doğurması muhtemel insanlar için gerçek hayata uyarlanması oldukça mümkünsüz aktiviteler bunlar...

- Hava nemlendiricisi, düz kafa önleyici yastığı, sterilizatörü, bilmem nesi derken bilinçli olmaya çalışan ama lüzumsuz ne varsa evine toplayan acemi ebeveynler kabilesindeki düzenimizi de oturttuk bu arada. Çok şükür :)

Özetle, yatakta dört yastıkla ve doğal olarak oturur vaziyette yatmam dışında söyleneceğim, şikayet edeceğim pek birşeyim yok şükür ^.^ 



İçerde neler oluyor?
- Minik ayçöreğim tamı tamına 2 kilo 400 gram  Küsüratıyla söylüyorum çünkü 400 gram nerden baksan iki paket margarinle eş değer :)
Yukarda da belirttiğim gibi, kendisi midemin üstünde oturmaktan, daha doğrusu mideme yaslanmaktan ve her türlü gerinme hareketini mideme bastırarak yapmaktan çok memnun! :)

- Bide son zamanlarda tıpkı hıçkırık gibi alışkanlık haline getirdiği bir diğer özelliği de yana doğru uzanmak suretiyle kaburgalarımı ezmek. Burdan yazınca kulağa basit gelmesi beni çok üzüyo açıkçası. Çünkü bu durum öyle "allahım o kadar eglenceliki, o içerde böyle pıt pıt yapınca sen mest oluyosun" türünde bi hareket değil malesef;) Tır altında kalmış da bütün kaburgaları birbirine girmiş ama hala hayatta kalma mücadelesi veren bir canlının feryadıyla eş tutabilirsiniz. Ne o tarafa yatabiliyosun, ne vücudunun o tarafına dokunabiliyosun, ne de herhangi bir kıyafetin lastiğini o bölgeye denk getirebiliyosun. Vücudunun o kısmını unutuyosun ve yokmuş gibi yaşamaya devam ediyosun;)

- Kızım artık çok hissiyatlı bir birey. Lütfen:) Babası ne zaman karnımı okşasa yada ortam sessizken ne zaman onunla konuşmaya başlasam (bazen telefonda konuştuğumda bile oluyo:P) anında tepki veriyo tepkisini yediğimin paçozu 
İşte bu sebeple, yani dış uyaranlara karşı hassasiyeti sebebiyle artık kızımla daha mantıklı diyaloglar kurmam gerekiyo. Annemle yaptığım yatak örtüsü muhabbetlerini dinleyip üzerine alınmasına ve onunla konuşuyorum sanmasına kıyamam çünkü :D Mesela dağarcığımı geliştirmek üzere bir masal kitabı almakla başlayabilirim bu işe. Aslında bende masal çok. Hatta masal yerine anlatacak hikaye çok. Ama henüz doğmamış çocuğumun kafasını bulandırmak istemiyorum manyakça çocukluk hikayelerimle:P
Mesela bazen deniyorum. Ne anlatabilirim diyorum. 
"Bigün teyzenle birlikte dayını seviyoruz. Aramızda ikişer yaş olmasına bakma sen, dayın baya bi minnak o zamanlar. Önce teyzen döndürüp döndürüp koltuğa fırlatıyo dayını. Sonra ben alıyorum onu kucagıma, saçını çeke çeke seviyorum filan. Nasıl eğleniyoruz ama:)"
Derken bi silkinip kendime geliyorum ve dünyadan bi haber bebeğimin bu hikayeleri dinleyecek ne suçu olduğunu düşünüyorum benim gibi manyak bi annesi olması dışında:)
Düşündüm de, masal kitabı iyidir yaaa:)



Evet kuzucuklarım. Bir saçma sapan ve en az hikaye kitabı kadar uzun postun daha sonuna geldik. Sizden gelen sorulara elimden geldiğince cevap vermeye çalışıyorum ama mutlaka atladığım bişeyler oluyo. Siz iyisi mi bana mail atın. Ordan konuşalım uzun uzun. Burda milletin kafasını şişirmeyelim diimi:)

Bundan sonraki postları evde ve huzur içinde kuzumu beklerken ve hatta sonrasında iyşallah kuzumla birlikte paylaşıyor olucam. Güzel dileklerinizi ve mümkünse aşırının aşırısı pozitif enerjinizi eksik etmeyin üstümüzden olur mu? ^.^


Öperim hepinizi. Evet yaparım bunu :*

13 Kasım 2013 Çarşamba

Hık..!


Hapşırırken her an pıt diye doğurcakmışım hissi veren göbeğim ve kızlı erkekli yaptığım en güzel şey olan bebeğimle 30. haftadan hepinize selam ederiz teyzeler amcalar ve daha bir sürü şey :)

"acaba bizi hamileyim diye kandırıyo olabilir misin?" lerden, "hay maşallah tosunuma benim" lere terfi ettiğim, gözle görülür hızda büyüdüğüm (yuvarlaklaştığım da diyebiliriz), dünyadaki bütün tatlıları yiyebilecek kadar gözümün döndüğü bi döneme girmiş bulunuyorum sizin de farkettiğiniz üzere.
İlk 5 ayı sadece 2 kilo alarak kapattığım için olsa gerek, sonraki 2 ay içerisinde 7 kilo alınca doktorumdan ilk azarımı, yediğim tatlıların haklı gururunu yaşayarak işittim. Ha pişman mıyım, değilim. Bidaha olsa yine yaparım:)
Tabi benim burda size esas anlatmak istediğim, bu dönemin anlam ve önemine en uygun olan konu başka bi konu!

İlk zamanlar, sürekli gelişigüzel taklalar atarak beni tekme manyağı yapan miniğimin bazen aşırı düzenli pıtpıtlar yapması beni ürkütüyodu. Kalp atışı desem değil, tekme desem hiç değil. Adamın aklına garip gurip şeyler gelebiliyo içerde neler olup bittiğini göremediğinden mütevellit.
Sonra bi akşam yine aynı düzenli pıtpıtlar başlayınca Erman'a gösterdim. Bak işte yine aynı şey oluyo! diye. O da steteskop usulü kulağını karnıma dayayıp dinledi, eliyle dokundu anlamaya çalıştı. Ama nafile. Erman'ın klasik "bağırsak hareketidir bu yeaaaa"larından öteye geçemedi.." Gazla tekmeyi ayırt edemeyen bir gerizekalı gibi bile hissettim hatta kendimi bi süre.
İki gün sonra doktor kontrolüne gittik. 30. hafta itibariyle günde en az 3-4 defa hareketini hissetmem gerektiğini, hissetmezsem onu dürtüp uyandırmamı söyledi. Bu haftalarda bebişin çok hareketli olması beklenir, gün içerisinde uyuduğu, döndüğü, hıçkırdığı da olabilir dedi.
İşte tam o sırada aradığı cevabı bulmuş ve aydınlanmış birer acemi ebeveyn olarak Erman'la birbirimize dönüp baktığımız ve "tabi yaaaa, demekki hıçkırıyodu sıpa ahuhaahhadgfugh:))))" diye kahkahalara boğulduğumuz anı çerçeveletip duvarıma asmayı çok isterdim:)

O gün bugündür düzenli hıçkırmaya ve her defasında anasını mest etmeye devam ediyo miniğim  Aferim benim tosunuma! 
Bide midemin üstüne oturmazsan seninle çok iyi zaman geçireceğimiz iki ayın daha garantisini verebilirim tatlım;) Öperim, okşarım, gerine gerine uzattığın totonu da yerim 







  





    





Ha bu arada, baban da en az benim kadar heycanlı bi bekleyiş içinde. Hatta öyleki;
 göbek büyütme, baş ağrısı, mide bulantısı gibi birçok konuda benden daha çok belirti göstererek empati konusunda kendini fazlaca aşmış durumda:) Kendisine burdan bir avazda doğurmasını diliyoruz :P

Mekan: Abant Gölü

1 Kasım 2013 Cuma

Önce bilinçlenmek gerek!

Bu hatırlatmayı yapmak için illaki meme kanseri haftası olması gerekmiyo sonuçta. Aynı şekilde, doktora gidip bi kontrol yaptırmak için de bi şikayetimizin olması gerekmiyo.. Ama farkında olmadan, 1-31 Ekim tarihlerinin Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı olduğunu bilmeden, bir gün gecikmeli de olsa bu konuya deyinmiş olmaktan mutluyum.

(internetten alıntıdır)


Ben bundan 1 sene önce, diş muayenesi için gittigim klinikte, duvarlarda asılı olan Meme Kanserine Duyarsız Kalmayın temalı afişlerden birinden gaza gelerek hemen dahiliye bölümünden randevu aldım. "Ulan 29 yaşına geldim, bi kere doktora kontrole gitmedim. Hatta onu geçtim, elle nasıl kontrol edilir onu bile bilmiyorum" dedim kendime. Şansıma, diş muayenemden hemen sonra boş yer buldum ve soluğu dahiliye uzmanının yanında aldım.
Doktor önce şikayetimi sordu bana. Bu o kadar alışıldık bir durum olmuşki, şikayeti olmadan birinin muayeneye gelmesine olaganüstü bir durum gibi bakılıyor. Sadece kontrol amaçlı geldigimi, evde kendi kendime de gögsümü dogru bir sekilde kontrol edebilmek istedigimi söyledim. Ve dakka bir gol bir! Doktor elle yaptığı ilk muayenede dogrudan kist buldu! Tabi bu herkeste olacak diye birşey yok. Benim kistim sağolsun biraz fazlaca büyükmüş (5 cm kadar!), o sebeple de hemen farketti doktor. Sonra da hızlıca ultrasona yolladı. Ultrasonda gerekli inceleme yapıldıktan sonra kistin zararsız olduğuna, fibrokist denen ve aslında on kadından belki sekizinde bulunan bir kist olduguna karar verildi. Ama ben bununla da yetinmeyip, içimde en ufak bir şüphe kalmaması için örnek alınmasını ve bu örnek üzerinden o kistin daha detaylı incelenmesini istedim. Biyopsi yapıldı, (bilmeyenler için) göğsüme biraz kalın uçlu bir iğne batırılarak birkaç parça doku örneği alındı. Sonra bu örnekler incelendi ve kistin tamamen zararsız bir kist olduğu, sadece bazı kadınlarda boyutlarının ekstra büyük olabileceği ve benim de o kadınlardan biri olduğum sonucuna varıldı. İşin ilginç yanı, bu fibrokist denen arkadaşların yaşla hiçbir alakası yok. Yani 10 yaşında bir kız çocuğunda bile pek ala 10 cm çapında fibrokist görülebiliyormuş. Önemli olan bunu farketmek ve iyi huylu olup olmadığını en kısa süre içerisinde öğrenmek!
Peki şimdi merak ediyosunuzdur, 5 cm çapında, yani kocaman bir kisti nasıl oldu da farketmedim bunca sene. 
Kist denen şeyin top gibi bir parça olduğu düşünülmesin. Mesela benim gögsümdeki, çok ince ama geniş, sanki bir kapak gibi gögsümün üzerini kaplayan bir yapıdaymış. Bu sebeple de dışardan baktığımda hiçbir şekilde farketmem mümkün olmadı.

Doktorum bana "iyiki de bu kisti bulduk sende. Artık düzenli olarak kontrol yaptıracaksın bu vesileyle. Keşke bütün kadınlar bu bilince varabilse" demişti. Hakkaten de dedigi gibi oldu. Herşeyin yolunda gitmesi, kistin zararsız çıkması ve doktorumun beni sonsuz desteklemesi ve bilgilendirmesi neticesinde düzenli olarak 6 ayda bir kontrollerine giden ve etrafındaki tüm kadınları da bu konuda bilinçlendirip muayeneye gitmeye teşvik eden bir karaktere dönüştüm:) 
Ha sonra ne oldu. Vücudunda zararsız bile olsa kocaman bir cismin varlığından rahatsız olan ben, soluğu yine doktorumun yanında aldım. O her ne kadar "sen düzenli olarak kontrollere gel, herhangi bir büyüme olmadığı sürece bu kist için seni kesinlikle ameliyat etmem, durduk yere seni bıçak altına yatırmam" dese de, ben rahat edemedim. Sinek küçük ama mide bulandırır hesabı, ameliyatla alınmasına karar verdim. Tabi bütün randevularımda ve aldığım kararlarda yanımda Erman'ın oluşu, bana her konuda destek olması ve rahatlatıcı konuşmalarıyla bana verdiği huzuru da göz ardı edemem 
Doktorumu zar zor ikna ederek (evet, böyle de bir insandı! adam resmen benim ısrarlarımla beni ameliyat etti) ameliyat için tarih belirledik. Bu sefer de estetik kaygılar yaşamaya başladım "ya ameliyattan sonra iz kalırsa" diye. Allah korusun, sonuçta göğsümüzü aldırmıyoruz. Etrafımızdaki büyüklerden biliyorum, dört kişiden biri ameliyatla kist aldırmış. Ama yine de insan "ya iz kalırsa" diye dert ediyo işte. Duyan da üstsüz 
güneşleniyorum sanır:P
Sonuç olarak, kendi kendine eriyen gizli dikiş atıldığı için dışardan kesinlikle iz bırakmayan bir ameliyat geçirdim ve doktorumun da dediği gibi ameliyattan 1 ay sonra eser kalmamıştı izden! Bide üstüne kocaman bir et parçasından kurtulmuş oldum:) Şimdi ise düzenli olarak 6 ayda bir, yani her kadının yapması gerektiği gibi kontrole gidiyorum. Bu kadar kolay aslında!

Peki bütün bunları durup dururken neden sizlerle paylaşma gereği duydum? Neden geçen sene bunları yaşadığımda değil de şimdi anlatma ihtiyacı hissettim?

Bugün nette bir araştırma yaparken çok alakasız bir şekilde kendimi aşağıdaki sitede buldum. 


Evli ve mutlu bir çift. Sonra hayatlarına meme kanseri girmiş.. Adam, eşinin kansere yakalandıktan sonra fotoğraflarını çekmiş ve yaşadığı evreleri bize adım adım göstermiş.. Fotoğraflara bakarken içim parçalandı, yutkunamadım, gözyaşlarım dondu gözümde (bıraksam şakır şakır ağlarım aslında ama ofisteydim o sırada..) ve sırf bu yüzden bu konuya dikkat çekmek için yaşadıklarımı sizle paylaşmak istedim.

Kanserin nasıl bir lanet olduğunu az çok hepimiz biliyoruz. Kimimiz yakın çevresinden, kimimiz televizyondan yada kulaktan dolma haberlerle bi şekilde bu illetten haberdar. Bütün bunlardan haberdar olup, bir parça da olsa kendi çapımızda önlem almak çok zor olmasa gerek. 
Hiçbir kadın, hiçbir eş yada aile bunları yaşamak zorunda değil. Belki tam çözüm değil ama, çözüme giden yolda gereken adımı atmak tamamen bizim elimizde. 
Meme kanserinin tedavi edilebilir ve önlenebilir bir hastalık olduğunu bilelim. Ve lütfen, şikayetimiz olmasını beklemeden, hadi altı ayı geçtim senede bir kere bile olsa gidip doktor kontrolünden geçelim. 

Dipnot: canınızı sıktıysam yada kafanızı şişirdiysem kusura bakmayın. Bu konuya dikkat çekmek için yapabileceğim ve elimden gelen tek şey buydu, onu yaptım;)

21 Ekim 2013 Pazartesi

Şaka maka 26!


Herkes denize girdi, ananesinin leziz böreklerini hüpletti, kavurmaları löpür löpür götürdü ve Ekim güneşinde bronzlaşmanın dayanılmaz hafifliğiyle kendinden geçtiyse ne mutlu! 
Gezemeyenler, gezip de yetersiz bulanlar(Allah gözünüzü doyursun bu arada!), yok efendim ben hiçbişey yapamadım mal gibi evde geçirdim bu tatili diyenler de üzülmesin. Üçte birini yatış modunda geçirdiğimiz Ekim ayının son haftasına yaklaşırken kapıda bekleyen 29 Ekim tatili sizin de yüzünüzü güldürecek.


Ben mi? Bebişin odası ve bilumum insanlık dışı miniklikteki ciciler arasında gidip gelmeye, samuray zıbınlarına baktıkça kendimden geçmeye ve tabiki fotoğraftan da anlaşılacağı üzere büyümeye(!) devam edicem.

- 26. haftanın içinde, nerden baksan 7-8 kilo almış ve hala tartıya çıkarken donla kalana kadar üstündekileri çıkarıp yüz gram daha hafif görünmenin derdinde olan bir gebe, vede dünyanın en çöp (=mis) kokulu yeğenine sahip taze bir teyzeyim.

- Fotoğraftaki üçlü, 11, 18 ve 26. haftalardan birer kuble. Bu balon gibi şişmelerin, gece yatarken bacaklarımın arasına yastık koymadan yatamamaların neyseki tatlı bir sebebi var. İçerde büyüyen fındık burunlu bir kız çocuğu! 
Biz ultrason randevularını iple çekerken, günlük rutininde nerdeyse siyah kuşağa geçmek üzere olan ve tam da ultrason günü elleriyle yüzünü kapatıp saklanan, 
hastanenin bütün katlarını merdivenlerle üçer beşer çıksam da yerinden oynamayan Chun-Li görünümlü bi kız çocuğu hem de :)


Peki bunun dışında neler oluyo? 


- Doktorum beyazdan uzak dur dedikçe, "kaka onlar, yeme sakın" dedikçe marketlerdeki çikolata reyonları ve tatlıcıların vitrinleri daha çekici geliyo bana (bize)! 

- Düğün zamanı tek sorunsalımız televizyonun çözünürlüğü kaça kaç olsun iken, bebek zamanı gelince sorunsallar havuzunda adeta yüzmeye başladık. Önümüzde de bir sürü engel. Yok duvarlara nefes aldıran duvar kağıdı, yok kurşunsuz boya kullanılan bebek mobilyası, yok yok yok. Zaten bizim millet fırsatçı, böyle detayları hayatta atlamaz. Hassas bi nokta buldu mu hemen onu fırsata ve paraya çevirir. Bu da o hesap. Karnı burnunda birini gördüler mi mallarını nasıl pazarlayacakları belli. "Hanfendi biz kesinlikle kurşunsuz boya kullanıyoruz, bebeğinizi kötülüklerden koruyoruz. Hatta gerekirse siz isteyin gelip gece emzirelim sizin yerinize, siz de rahatça uyuyun" diycekler.

- Belki ucundan kenarından yakalarım, belki 6 ay doğum iznim olursa hayatım kolaylaşır derken, tıpkı bu hayali kuran diğer gebeler gibi ben de avcumu söve söve yalamaya başladım yavaştan! Zaten hiçbirşeye yetmeyen 16 haftaya iki hafta daha eklesek mi yoksa sarımsaklamasak da mı saklasak diye hesap yapıyo yukardakiler. Evet haklılar da. Çünkü eğer biz 3. ayda işe geri dönmezsek ekonomi çöker, işsizlik alır başını gider, savaş çıkar ve hatta oksijen kaynaklarımız bile tükenebilir. Özetle Türkiye'nin, hatta dünyanın kaderi bizim ellerimizde. 
O sebeple bundan iki gün sonrasını bile sorgulamayı bıraktım. Akışına bırakmak bazen en güzeli. Ha yumurta kapıya dayanınca, bakıcı bulamayınca ve el kadar insan parçasını kreşe yollamaya gönlüm razı gelmeyince neler yapabilirim, onu da hep birlikte görücez:)

Size de kıyamam yaaa. Şimdi bütün bloglar çatır çatır tatilde ne giydim, nereleri gezdim postları yaparken, siz gelmiş burda Cem Yılmaz misali bi siyah tshirtle post yapan beni dinliyosunuz. Şu an burda modadan, trendlerden bahsedersem zaten komik olur bu tipe:) Gerçi vitrinlerde ekoseleri, kabarık etekli minileri gördükçe ağzımın suyu akmıyo desem yalan olur. Ama biz onlarla anlaşmamızı yaptık, seneye yazın 34 bedende tekrar görüşmek üzere esen kalacak her iki taraf da.

Eveeeeet şimdi, sızlanmalarımdan ve sıkıcı muhabbetimden herkese fenalık geldiyse bence dağılalım. 
Ne sizi, ne de dolapta kaç saattir öylece duran Magnum minileri bekletmeye gönlüm daha fazla razı gelemez! 


Öperim, öperiz, gerekirse tekmeleriz bile :)

8 Ekim 2013 Salı

Kardaşyanlık ❤



Beni anlamanız için ille de kardeşiniz olması gerekmiyo. Yani bunu pek ala yakın bir arkadaşınız/dostunuz üzerinden de düşünebilirsiniz.
Ama kardeşi olanlar çok daha iyi anlayacaktır, orası ayrı:)
Biz üç kardeşiz. Asiş, Tubiş, Nünü.
Aralarında yalnızca ikişer yaş olan iki kız, bir erkek kardeş ❤
Çocukluktan ergenliğe, üniversite çağından evliliğe kadar hayatlarının hiçbir anında birbiriyle zıt düşmemiş, bir elmanın iki yarısı gibi birbirine benzeyen üç ayrı insan! (farkettiyseniz matematik bile iflas ediyo bi yerden sonra:P) 
Korkuları da aynı, heycanları da.
Aynı saçmalığa katıla katıla saatlerce gülebilen, hiç alakasız yerlerde de salya sümük birbirinin omzuna yaslanıp ağlayabilen.
Biri yere düştüğünde diğerinin de kendini yere atması suretiyle olayı bir anda komedi dans üçlüsü gösterisine döndüren.
Üç ay içinde peşpeşe evlenip yuva kuran ve bir süre sonra birbirlerine "e hadi artık"lı ihtiyar gazı vererek çoluk çocuğa karışma faslında da yine peşpeşe sorumluluk alan genç ve cesur yürekler:)

Ne kadar benzetme yaparsam yapayım, ne kadar detaya girersem gireyim, bizim ilişkimizi anlatmaya yetmeyecek! Bunu biliyorum ve bu sebeple burda kesiyorum.
Şimdi biz yukarda da söylediğim gibi herşeyi peşpeşe veya aynı zamanda yapmaya alışık kardeşler olduğumuz için hamileliklerimiz de benzer dönemlere geldi haliyle. Gönül isterdiki burda erkek kardeşimin de hamilelik pozları olsun, o da bize eşlik etsin:) Ama onun zaten hali hazırda geçen sene yaptığı ve şu an her ortamı şenlendiren bitane sarı patatesi var ❤ (detaylı bilgi için instagram hesabıma bakabilir ve kendinizden geçebilirsiniz:P).

9 Ekim 2013 itibariyle ailemize bir yeni patates daha ekleniyo. Hatta kendisi yanak olarak doğacak, diğer uzuvları yanağın etrafına sonradan eklenecek de diyebiliriz. O seviyede bir yanak dolgunluğu mevzu bahis:)

E biz de dedik hazır kardaşyanların göbekleri tokuşturulacak seviyeye gelmiş, ne duruyoruz?!
Etrafı çöp kokuları sarmadan (evet biz bebişlere çöpçü, bebiş kokusuna da çöp kokusu diyoruz, yanlış anlaşılmasın ❤) bikaç poz verelim dedik.
Kısıtlı imkanlarla çekilmiş ve Tubiş'in her an doğurmak üzere olduğu korku dolu fotoğraflarımızla sizi başbaşa bırakıyorum. Şimdi göbekler konuşsun :P
 Bu arada güzel dileklerinizi ve maşallahlarınızı eksik etmezsiniz diye düşünüyorum. Bu yüzden o konuya hiç deyinmedim bile farkettiyseniz :)












29 Eylül 2013 Pazar

Kırmızı minik pabuç ❤


Sevgili okur, bu yazı, senin de farkettiğin üzere oldukça gecikmiş bir yazı. 
Şimdi ben çok yoğunum diycem, isim gücüm o kadar çoktu ki elimi eteğimi her bişeyden çektim diycem, yaptığım mesailerin haddi hesabı yoktu diycem ama sen mazeret kabul etmiyceksin biliyorum. Ama 23 haftalık olmuş ve artık göbeğini hiç biyerlere sığdıramayan gebe kontenjanından beni affedersin diye düşünüyorum, ne dersin? :)


Fotoğraflardan da anlayacağın üzere konumuz ye ekşiyi çıkar Ayşe'yi mevzusuna dayanıyo. Her ne kadar tatlı krizlerine girecek seviyeye gelerek bu hurafeyi ziyadesiyle bozmus olsam da Hakkı çıkarmayacağımı, tıpkı çikolataya aşık olduğu gibi ekşi elmayı da taparcasına seven bir KIZ'ım olacağını belirtmek isterim ❤
Ultrasonda ilk "kız" dendiğinde emin olamayıp, sonradan bi yerlerden pipi çıkması ihtimaline karşı biraz daha beklemeye karar vermiştim. Neyseki 20. hafta detaylı ultrasonunda işi tatlıya (evet yine tatlıya) bağladık:)
Ben de kızım da çok iyiyiz, sağlıklıyız, mutluyuz (buraya bikaç maşallah!). 
Son zamanlarda iş hayatımda yaşadığım yoğunluğun ve gerginliğin kızıma yansımayacağını, onun tek derdinin "emmek için parmağını aramak"tan ibaret olduğunu ummak ve bununla mutlu olmak istiyorum ^.^



Kilo durumları:
20. haftaya kadar sadece 3 kilo aldım. Son 3 haftada ise 2 kilo! Şimdi daha iyi anlıyorum "karnım neden büyümüyo, ben niye hiç kilo almıyorum" diye hayıflandığımda, halihazırda anne olan arkadaşlarımın neden "4. Aydan sonra hızla şişeceksin, bu günlerini cok arayacaksın" dediklerini:) Ama kilo aldıkça mutlu oluşum, kendimi bildim bileli karın kaslarımla övünürken şimdi hacıyatmaza dönen karnımı aynada gördükçe sevinçten ağlayışım, ilk haftalarımı kesinlikle aramadığımın ve büyümekten garip bi şekilde haz aldığımın göstergesidir bence!

Ne giyiyorum:
 Bütün penye elbiseler arkadaşım, taytlar can yoldaşım. Topuksuz ayakkabılarım ise bugünleri gördükleri ve böylesine ilgi manyağı oldukları icin çok mutlu:) Topuksuz dediysek gidip eczaneden ayakkabı aldığım düşünülmesin lütfen!:p Hiçbir yere sığmayan göğüsler ve göbek için düşünülmüş zarafetten yoksun pijamalara ve iç çamaşırlarına karşı ise hala oldukça mesafeliyim.


Ne yiyorum:
Allah ne verdiyse! İlle de sağlıklı olsun diye her öğünüme ıspanak nohut kabak sıkıştırmıyorum!  Etinden en emin olduğum yerden hamburgerimi de yiyorum, iki damla yağda bile olsa kızarmış patatesimi de eksik etmiyorum! Ama süt, yoğurt, peynir (özellikle dil peyniri) ve yumurtayı hayatımın merkezine oturtmuş durumdayım! Yumurtayı rafadan seven ve hatta tam pişmiş yumurta yemekten hiç hoşlanmayan biri olarak bu gebelik durumu beni biraz zora sokuyo olabilir, ama, yeşillikleri nasıl yemeden önce iyice yıkayıp sirkeliyosak, yumurtayı da tam piştiğinden emin olmadan yememeye pek tabi özen gösterebiliriz bikaç ay, yapcak bişi yok;)

Hazırlıklar:
Bebek odasına dair henüz hiçbir girişimim yok. Araştırmalarım devam ediyo ve araştırma süreci uzadıkça Türkiyedeki mobilya-dekorasyon firmalarına zaten olmayan inancım iyice yerle bir oluyo! Bütün mobilyacılar mı birbirinin kopyası dolapları yapıp dünyanın en şahane ve hiçbir yerde görülemeyecek eseri gibi satmaya çalışır! Neyseki İstanbul'da tam da kızıma göre (tamam itiraf ediyorum ilerde ben bile kullanabilirim sıkılırsa:P) bi seçenek mevcut! Yumurtanın kapıya dayanmasını bekliyorum biraz daha:)
Her gördüğüm küçük insan kıyafetine salya akıtma ve dayanamayıp alma durumumda ise hala bi değişiklik yok:)


Korkular:
Sanırım hamilelik dönemine dair, bebeğimin sağlıklı doğması konusunda zaman zaman duydugum endişe dışında yaşadığım tek korku: Çatlamak!
Her gece rüyalarıma giren ve bir numaralı karabasanım olan çatlak gerçeğinden korunma amaçlı, her an güreşmeye hazır bir pehlivan gibi yaşıyorum her günümü! Umalım da lieraclar, bebeyağları işe yarasın..

Ne dinliyorum:
Bebeğinize klasik müzik dinletin diyenlere inat, ısrarla herşeyi dinliyorum. Özellikle de TSM ve Can Atilla dinliyorum, dinletiyorum ve kızımın da benim gibi namelere ve namelerin hakkını veren güzel sesler dinlemeye hasta olduğunu biliyorum! Hayır diyelimki klasik müzik dinlettim, tamam herşey güzel hoş. E bu çocuk doğduktan sonra demiycek mi nerde bu evin klasik müziği, nerde piyano ve keman, hani verdiğin sözler hani ellerin nerde diye?!?! Alışmadık götte don durmaz hesabı klasik müziğe yüklenmek yerine hepsinden bi parça öğretiyorum kızıma:) Piyanoyu da bilsin kanunu da:)

Neler oluyo bana:
Mesela bazen çakırkeyif olmayı özlüyorum. Sonra düşünüyorum da, O'nun her tekmesiyle dünyanın en zil zurna sarhoşu oluyorum ben zaten, kim takar tekilayı:)
Eskiden annemin dilimleyip yanıma getirdigi elmayı ağzıma götürmeye bile üşenirken, şimdi her gün elma dilimleyip yemek ve her yediğimde kızımın içerden "ımmmm bu elma bir harika dostum" dediğini hissetmek için fırsat kolluyorum. 
Dipnot: Farkındaysanız yazar, nerdeyse her cümlesinin özünde üstü kapalı bi şekilde tekmelere olan aşkını dile getirmekte ve hatta öyleki, böylesine tekme manyağı olduğu gerçeğiyle 30 sene sonra bile olsa yüzleştiğini farketmiş olmaktan korkunç bi haz almaktadır ❤









Bizde durum bu sevgili okur.

Zaman, her gördüğün kendinden poşet donlu elbiseyi sepete atma, her bez tabanlı rugan ayakkabı gördüğünde eriyip bitme ve dayanamayıp onları da sepete atma zamanı. 

Sen ne diyosun bu konuda? :)

3 Eylül 2013 Salı

Kıyamam bana.



Mantı üzerine serpmek için kızartılan yağlı sosu mantının üzerine boca ettikten sonra, tavanın dibinde kalan yağı aynı mantıdan bi kaşık alıp sıvayarak mantı tabağına boşaltan anne olmak diye bi kavram var mesela.
Bu modeller, çocuğu yumurtayı dibine kadar yesin diye yumurtaya ekmek doğrayıp kaşıkla yediren annelerden başkası değil aynı zamanda.

Bir de, karnıyarık yaparken, hem bi çeşit susturucu olarak kullanmak hem de çocuğa "bak yavrum karnıyarık güzel bir ev yemeğidir aslında" mesajı vermek suretiyle karnıyarığın iç malzemesini ekmek arası yapıp önden küçük bir sunum yapan anneler var. İşte bu anneler de yukardakilerin annesidir, birkaç mertebe daha ilerdedir bu meslekte! 
Onlar ki, tarhana çorbasını yıllarca mercimek diyerek çocuğuna yedirmiş, lahanadan milyon çeşit yemek yapıp hepsini ıspanak diye yutturmayı başarmış kutsal varlıklardır. 
Aynı anda bir değil, iki değil, üç-beş çocuğa tek başına bakmış (acaba bakıcı mı tutsam, gürcü dadı mı bulsam dememiş fark ettiyseniz :P), o sırada mutfağından sıcak yemeğini de eksik etmemiştir bu nesli tükenmek üzere olan muhteşem canlılar!
İşin bir de henüz bebek bezleri piyasada yokkenki "alt değiştirme" boyutu var ki o konuya hiç girmiyorum bile!

Biz de anca, annelik üzerine kitaplar, bebek yetiştirmekle ilgili dergiler, emzik hangi marka olmalı / bebek arabasının süspansiyonu olsun mu.. gibi bir yığın ıvır zıvır peşinde koşturup duralım. Adamlar yıllaaar yıllar önce aşmış bunları aloooo!

Öyle bi ruh hali içindeyimki, sanki kadın-erkek etrafımdaki herkes hamile ve ben ne söylersem -hatta ben söylemeden- anlıycaklarmış gibi! Her şeyi anlatasım geliyo ve anlattığım her şeye karşı taraftan bi "aaaaa evet" duymak istiyorum:)

Olsun, siz yine de iyi davranın bana, anlamasanız bile hııı diyip geçin mesela. 
Bu da bi fikir:)


Tshirt & Şort: Zara / Kolye & Çanta: Bershka/ Sandalet: Promod

Mekan: Montecatini Alto