29 Nisan 2013 Pazartesi

Kremalı bisküvi



Mesela ben gofreti direk ısırıp yemem. Katlarına ayırıp kademe kademe yemeyi severim.
Rulokat yerken de, bütün o ruloyu bi yandan elimle döndürüp bi yandan dişlerimle kemire kemire içerdeki kremaya kadar ulaşır ve büyük bi keyifle yerim:)
Hatta inanmassın çubuk krakerin bile önce daha az kıtır olan alt kısmını yerim. Sonra, dışardan bakanlar için kemirilmiş ve iğrenç görünümlü olan ama benim için kıtırlığın doruğu olan üst ve biraz daha yanık kısmını yerim.
Bide çocukken çok sık yapardım, şimdilerde azalttım. Çokoprens ve benzeri kremalı bisküvileri yerken önce üstündeki bisküviyi yiyip, sonra dişlerle kazımak suretiyle ortadaki kremasını hüpletirim:) Ama krema bittikten sonra kalan bisküvi parçasını genelde bitiremem, çünkü bütün heycanı kaçmış olur.

küçük bi uyarı: Duymuyorum sanıyosunuz ama ne dediğinizi duyuyorum. Manyak değilim, abur cubur yerken eğlenmeyi seviyorum sadece ^.^

işte tıpkı kremalı bir bisküvi gibi, ortasında tatil olan haftayı da tüketmeyi çok severim ben. 
Ortadaki tatile ulaşmanın heycanıyla yaşarım pazartesiyi, salıyı. Sonra yavaş yavaş yerim çarşambayı.
Burda işin sırrı, haftasonuna sadece iki gün kaldığını düşünerek kalan kremasız bisküviyi de zevkle yemekte:)

Şimdi tatille, kremayla, bisküviyle kafan karışmadan buraya kadar gelebildiysen cevap ver sevgili okur.
Hiiiiç itiraz etme ben yapmam diye. Burda biz bizeyiz, kimseye gidip söyliycek halim yok sonuçta bu komik sırlarını :P Senin de böyle abuklukların var diimi? Biliyorum kesin var, hiç kafanı diğer tarafa çevirme:) 

ve bu alkış da bütün itirafçılar için gelsin o zaman:)



















Üç diyince herkes olduğu yerde zıplasın ki, bu fotoğrafı buraya koymamın da bi amacı olsun diimi :P
Hadi bakalım.

Sweat: Zara
Jean, Kolye: Koton
Ayakkabı: Kızkardeş hediyesi <3
Çanta: H&M
Saat: Guess
Gözlük: Zerouv
Fotoğraflar: Erman Manyaslı

24 Nisan 2013 Çarşamba

Meraba ben çok iyimser.


Hafta ortası tatil demek, çaya bandırırken çok yumuşattığın negro'yu bardağa düşmek üzereyken parmağınla son anda yakalayıp yemek demek. 
O tatilden sonra tekrar gerçek hayata dönmek de, biraz önce son anda parmağınızla yakaladığınız yumuşamış negro'nun bardağa pıt diye düşmesi ve bütün çayı mındar etmesi demek. Bir umut belki hala içilebilir diye bir yudum aldığın çayın bisküvi posasından ibaret olduğunu iliklerine kadar hissettikten sonra çaydan da tiksinmek demek.
Ama bence güzel açıdan bakmak lazım. 
Çay ve bisküviyle bu kadar uğraşacak, saçma sapan şeylere bile bol keseden harcayacak zamanın var demek. 
Haftaiçi sabah 8'e kurulan alarmı manyağa çevirmek, her çalışında ayrı bi haz alarak bir saat daha ertelemek demek.
Yüzünde çıkan yastık izine, geceden çıkarılmadığı için yüzüne gözüne bulaşmış makyaj artığına aldırmadan kendini uyuyan prenses gibi hissetmek demek.
Kahvaltının poaça ve çaydan ibaret olmadığını ve insanların haftaiçi sabahları da beslendiğini anlamaya yetecek seviyede detaylı kahvaltı yapacak, beyin kullanmadan tv izleyecek ve hatta sonrasında türk kahvesini böyle dilini damağına değdirip şapırdatarak içecek  kadar günü parmağında oynatabilmek demek. 
Kim takar çaya düşen bisküviyi allasen ^.^


















   


Bluz: Twist
Pantolon: H&M
Deri ceket: Paris'te bi butikten
Ayakkabı: Fiorucci
Çanta: Zara
Bileklik: Kokosh butik
Fotoğraflar: Erman Manyaslı

18 Nisan 2013 Perşembe

Biz çıkalım kerevetine ❤


3 yıl önce tam bugün, iki tane kuş, topladıkları saman ve otlarla kurdukları yuvalarında birlikte yaşamaya karar vermişler. Ne gerek var evlenmek için havaların ısınmasına, biz zaten birbirimizi ısıtırız sevgimizle demişler. 
Ondan sonra bi bakmışız onlar ermiş muradına 
Öyle işte :)

Dipnot: kerevet; eski tabiriyle sedir demek. 
Yani,
onlar ermiş muradına, biz de onlara gidelim misafirliğe. hazır gitmişken de sedir, koltuk ne bulduysak oraya çıkıp oturalım demek :)

15 Nisan 2013 Pazartesi

Çoğu zarar.



Herşeyin fazlası zarar. 
Mesela yağ. Yemekte de, kalçada da, göbekte de zarar. Biri yemeğin tadını kaçırır, diğerleri arkandan baktırır!

İltifatın da, mükafatın da. Yanlış kişiye uygulandığında biri kıçını kaldırtır, diğeri dünyaları aldırtır ama gözü hala açtır.

Giyeceğin de, tabak çanağın da. Birinde seçmelere doyamaz, saatlerce dolabın karşısında ne giycem diye düşünür, paralarsın kendini. Diğerinde döner dolaşır hep aynı tabağa koyarsın yemeğini. Raftaki ilk 2 tabağı kullanır, yıkar durular yine onları alırsın. Altındaki diğer 10 tabak genelde yerinde sayar. Dolaplardan taşan, konsollara sığmayan ekstra yemek takımlarını saymıyorum bile!

Abur cuburun da, agucuk agucuğun da. Birinde içindeki ses sürekli dürter seni açtığın paketi bitirene kadar. Ye onu, ye onu diye.. Ve herkesin evinde o tehlikeli çekmeceden bitane vardır (içinde savaş çıkma ihtimaline karşı depolanmış çikolatalar, cipsler, bisküviler ve kekler). Diğerinde, çok fazla sevginin karşındaki insanı şımarttığı ve her agucuk'ta onun beklentileri yükseldikçe senin onu memnun etme ihtimalinin düştüğü gerçeği vardır.

Bide oksijenin fazlası iyi değildir. Hele bütün gününü ofiste leğen kemiğinin gelişimi için kullanan insanlar için bu çok kritik bi durumdur.
İnsan insanlıktan çıkabilir. Düz duvara tırmanası, kilometrelerce yürüyesi, evin yolunu unutup hayatını sadece oksijenle ve bi parça yeşillikle idame ettirebileceğini düşünesi gelebilir! Ve daha da önemlisi, buna kendini inandırabilir! 

Tehlikenin farkındasınız diimi?















  
Kazak: Bershka
Tayt: Nike
Spor ayakkabı: Puma
Güneş gözlüğü: RayBan
Şapka: Lcw çocuk
Mekan: Eymir gölü (sanki gidecek başka yerimiz varmış gibi!)