30 Eylül 2011 Cuma

ELLE Dergisi Ekim ayı adayıyım!

Selam millet :)
Elle dergisinin her ay düzenlediği blogger yarışmasında bu ay aday olarak seçilmişim.
Siz pek sevgili izleyicilerim şimdi facebooktaki şu linkten  bana oy verip, yani beğenip:) mutluluğumu bi parça daha perçinleyebilirsiniz.
Hepinizi like'a bekliyorum  :)


Hediyem geldi: Keçe yaka ^.^


Dün çok güzel bigündü. 
Kendisine Keçe perisi dediğim, her ne kadar yüzyüze tanışmamış olsak da aylardır birbirimizi bloglarımız sayesinde biliyor olduğumuz bir arkadaşım bugün bana el emeği göz nuru bir hediye yolladı.
Estasarimelif blogundan belki bir çoğunuzun bildiği o hoş ve güzel öğretmen, hayatını keçelerle güzellikler yaratmaya adamış yüzü hep gülen insan.
Blogger olmanın en güzel yanlarından biri de sanırım böyle güzel insanlarla bağ kurabilmemize izin veriyor olması.

Bigün bir mail geldi.
Nesnelerin ruhu olduğu olduğuna inandığım, onlara anlam yüklediğim ve herbirini ayrı önemsediğimi fark eden canım arkadaşım bana bir hediye yapmaya karar vermiş,
"en sevdiğin rengi söyle, sana senin zevkine göre bir cici yapayım" dedi ^.^

Keçeyi sadece peçeteliklerden ve şapkalardan ibaret sanırken dün gelen postayla birlikte aslında ne harikalar yaratılabileceğini de görmüş oldum!

Keşke paketi açarkenki mutluluğumu o da yakından görebilseydi diye geçirdim içimden, ama sonra düşündüm de "fotoğraflarım ben de" dedim.
Hediye paketi bile o kadar orjinal bir kutuyduki, çiçek gibi açılıyodu:)
İçinde en içtenlikle yazılmış notuyla birlikte hem kolye olarak takabileceğim, hem de yaka yapabileceğim cicim duruyodu.

aşama aşama paylaştım ben de bu anı.







Kolye gibi takınca böyle bişi oluyo ^.^
Kızım da arkadan bi beni izliyo, bi yerdeki kutuyu süzüyo, acaba oynamama izin verir mi? diye de hesap kitap yapıyo içinden :))


Yaka yaparsak da böyle cici bir bebe yaka oluyo:)


Öyle emek harcanmış, öyle zevkle yapılmışki.. 
Bu hediye benim için çok daha anlamlı artık!
Teşekkürler Elifcim ^.^

29 Eylül 2011 Perşembe

Bir varmış


Bir varmış bir yokmuş.
Derken minikkuş kaç gündür ne giydim postu yapmadığını farketmiş.
O sırada normal insanlar gibi çay kahve molası vermek yerine fotoğraf çekmeyi tercih eden bir arkadaş bulmasın mı kendine? 
Çay dediğin 5 dakikada hüpletirsin biter.
5 dakikada ne kadar fotoğraf çekilir, işte onlar bunun yarışını vermiş bugünkü mesailerinin arasında.
Sonra da ortaya böyle sonuçlar çıkmış.


Olayın en başına dönecek olursak,
minikkuş aslında bugün hiç de öyle takıp takıştırmalık, allanıp pullanmalık gününde değilmişki böyle rahat rahat kotunu giyip, üstüne örgü bluzunu çekip, ne olur ne olmaz diyerek çocuk reyonundan aldığı hırkasını da yanına alıp çıkmış bugün evinden.


bugün sıradan bigün olcakmış, ama üzerindeki renkler güzel olunca postsuz olmaz demiş, dayanamamış :)


Bide "miş'li geçmiş zaman"la konuşmak ne kadar zormuş!


Çok zor şartlar altında çamurla karışık çimlerde ayakkabılarımı ziyan etmeden yürümeye çalışarak, her topuğumu topraktan çıkarmak için eğildiğimde kotumdaki yırtığın biraz daha büyüdüğünü görüp sineye çekerek görevimi icra ettim.
Dünyayı kurtarmadım belki ama günün en keyifli anlarını geçirdim şu dakikalarda ^.^


Çember daralıyo, bize ayrılan sürenin sonuna gelmek üzereyiz.
çok çalıştık saatlerdir alınteri döküyoruz ya, biraz soluklanmak lazım tabi.


Bula bula oturcak burayı mı buldun demeyin, rögar kapağı olabilir ama o kadar hergün 3-5 defa görmeye alışkın olduğumuz bir arkadaşki kendisi, aileden sayılır yani.


Derken haylaz bir kıymık parçası girivermesin mi parmağımdan içeri.
Çıkmıyo da.



Sinirliyim ama düzenli bi insanım arkadaş, öyle fırlatıp atamıyorum üstümden, itinayla katlayıp koyucam kenara illa.
Bu yüzümdeki anlamsız gülümseme de neyin nesiyse artık!
Evde çamaşırları katlarken de böyle mutlu olduğumu düşünenler hemen o düşten uyanabilirler, mümkünsüz!


Derken o sırada kıymık düştü.
Sinir minir kalmadı, pamuk gibiyim şu an.
Çantamı taktım koluma, son saniyelerin tadını çıkarıyorum.
Üzerimde anlamsız bi psikolojik baskı.





Eyvah 5 dk bitmiş bile, her an balkabağına dönüşebiliriz, gidelim R.


Dur bi saniye bakiyim, ayakkabılarım da temiz, tamam gidebiliriz.

Oldu görüşürüz yine bi ara:)

28 Eylül 2011 Çarşamba

DIY: Resim dosyasından fiyonklu çanta


Yine bir DIY hikayesi var bugün.
Hani ilkokul günlerimizde okulun açıldığı zamanları en çok kırtasiye alışverişi için severdik ya, o günlere istinaden hazırlanmış bir çantanın hikayesi.

Birbirinden renkli kaplıklarla defterler kitaplar kaplanır, kız yada çiçek figürlü etiketler yapıştırılıp üzerine ad-soyad ve sınıf yazılırdı ya.
Çoğumuzun duruş bozukluğunun sebebi olan o bütün kitap defter ne varsa yükleyip götürdüğümüz çantalarımız vardı. Sanki 10 dersi de o gün işleyecekmiş gibi hepsi çantaya koyulur, bir defter bile eksik koyulsa anneye kızılırdı: "yaaa bugün çok önemli ders işliycez, o defter bana çok lazım olcak anneea!"

Bide resim dosyalarımız vardı, kağıt fırça boya palet allah ne verdiyse içine tıkıştırılırdı. Gören de çok büyük sanat eserlerinin altına imza attığını sanır:)
evle aynı boyda olan insan figürleri, evin bahçesindeki köpek evin dış kapısı büyüklüğünde falan. iki dağın tepeciği arasından mutlaka bi dere akar ve yine o aynı aradan güneş saçak saçak doğar yada batar.
Öyle yani.
O zamanlar dosyalarımız çok kutsal görevler için kullanılırdı.

Ju'mla bigün marketin kırtasiye bölümünü gezerken! bu kısma takılmayalım lütfen.
bu resim dosyasını gördüm, dedim bunu almalıyım.
"Napacan onu alıp, te allahım" bakışlarına maruz kalsam da aldım:)
Kesin bişi yaparım ben bununla.
En küçük boyunu aldımki porföy çanta ebatına yakın olsun.
Evet ne yapacağıma karar vermiştim tabiki de.
Yapışkanlı kaplıkla kaplayıp kendime çanta yapacaktım onu.
Denedim, cüzdanım da sığdı içine, kaptım hemen.


Malzemelerimiz dosya, yapışkanlı kaplık ve maket bıçağı(ben falçata derim o ayrı:))
Dosyanın açma kapama bölgelerinde biraz fazla işçilik olsa da çok kısa sürede güzel bir sonuca ulaştım.


Bi saniye yaaa çok boş geldi bu şimdi bana.
Bi yerlerinden fiyonk fışkırmalı.
Elimdeki sarı kumaş parçası da tam bu iş içinmiş meğersem.
Hemen aldım elime iğne iplik diktim fiyonkumu,
kartondan da yapabilirdim ama özellikle kumaştan yaptım fiyonku, geri dönüşümü olsun, başka şeylerle de aksesuar olarak kullanılabilsin diye.
Kocaman bir fiyonk yapıp tutturdum ortasına.



Bide elimde duruşunu görünki fikir versin neye benzediği hakkında.



Bide bunu yaptıktan sonra kumaşlarımın arasında kırmızı-beyaz pötikareli kumaşı gördüm.
İlk fırsatta o kumaşla kaplayıp yeni ve çok daha eğlenceli bir dosya çantayla karşınızda olucam.
Kendi çapımda eğleniyorum işte :)

26 Eylül 2011 Pazartesi

İnsanoğlu kuş misali


Aslında o kadar hazırdımki 
"ay acaba bunu mu koysam, yok yok şu fotoğraf daha güzel onu koyayım bloguma" diyip ama hiçbirini ayıramayıp gigabyte dolusu post hazırlamaya.
Nerden nereye işte! 
İnsanoğlu kuş misali diyesim geldi ama konuyla alakası yok bunun.



Taa yazın başında aldığım, her ne kadar kış gelmesini istemesem de, bi ara havalar soğusa da giysem dediğim pembe kazağımın günü bugün.
Bide örgü olduğu için tek başına giymeye pek cesaret edemediğim elbisem vardı yıllardır dolabımı süsleyen ve 
"ya beni giy ya da giycek başka birilerine ver, çok zoruma gidiyo burda askıda durmak" diye çığıran.



Tamam dedim, söz giyicem seni ama bi şartla!
önce etek olarak kullanıcam seni,
beline de kalınca bi kemer takıcam.
Anlaştık mı?

Olur dedi çaresizce.



Bi saniye yaa ne anlatıyorum ben böyle?

Örgü modasının tavan yaptığı bi sezondayken,
halihazırda örgü elbisem ve şeker pembesi kazağım varken 
ve tabiki Ankara da serinlemeye başlamışken en örgü giyen bayan halime bürüneyim dedim. 
Üç vakte kadar ören bayan halime de tanık olacaksınız, şşşşşştt ;)



Herşey konsepte uymuşken örgü çantamı takmasaydım o kadar ayıp olurduki ona!
Lacivertsin, alakasızsın, ama pembeyle tadın bi başka olur gel bakim şöyle dedim ve taktım koluma.
Not: Yazar yukardaki cümlede Şahika'nın "ucuzsun, basitsin" kalıbından esinlenmiş ve içten içe Avrupa Yakasını özlemiştir.


Kılıkla alakalı mani; 
kazak olayım ör beni
elbise olayım giy beni
Teknokent'ten sor beni
İnsanoğlu kuş misali



Derken çaat diye önce renkler gitti.
Sonra bi baktık makinenin şarjı bitti.
e hani gigalarca fotoğraf çekecektik? :(
Bugünlük bu kadarmış yapcak bişi yok.

Demekki neymiş tedbirli olmak ve ofise giderken bile yanında yedek batarya taşımak lazımmış!
dünyanın binbir türlü hali varmış.
Bide insanoğlu kuş misaliymiş :)
40 kere söylersem belki bi yerlere uçabilirim diye tekrar ediyorum..

Oldu iyi günler ;)

24 Eylül 2011 Cumartesi

DIY: Bir simlenme hikayesi


Şimdi sizlere bir simlenme hikayesi anlatıcam. Hikaye diyorum çünkü gerçekten yılan hikayesine döndü. sevgili heelsaremydrugs çok iyi bilir bu hikayeyi :)) Zaten onun gazıyla kendimi simlerin tutkalların içinde bulmuştum :)
Şimdi sizi hikayenin en başına götürüyorum.
Benim bildiğim sim eskiden kuaförlerde topuzun üstüne serpilirdi sadece(çocukken bile haz etmezdim, yok ben istemiyorum sim mim derdim). 
Gel zaman git zaman moda olup her yerde çıkıvermeye başladı karşımıza. Kazak, elbise, çorap derken ayakkabılara kadar geldi sıra. 
Sonra bi sabah blogları okurken bi baktım herkes çatır çatır tutkal-sim-fırça üçlüsü eşliğinde en kullanmadığı ayakkabısını kobay olarak kullanıp kendi MiuMiu'sunu yapıyo.
Sonra bi baktım hakkaten de güzel oluyo.
E dedim ben niye duruyorumki, öğle arası tam gaz gidip kırtasiyeden simi tutkalı fırçamı kaptığım gibi akşam evde sanatsal çalışmalarıma başladım. Kobay ayakkabı bulma kısmı zaten kolay :)


Zaradan çok severek aldığım ve sıkılıp kenara bıraktıgım günlerden birinde, üstelik de kızımın bana kızgın oldugu günlerden birinde onun tırnak törpüleme çalışmalarına maruz kalmıs Oxford papilerim bu deneysel çalışma için biçilmiş kaftandı.

Tutkalı tabağa boşalttım, 2 kutu gümüş rengi simi de boca ettim içine. Fırçayla karıştırdım bi güzel ve başladım tablomu boyamaya :)
Ju'm da bu sırada hayretler içinde izliyo beni, ben kendimden geçmişim tabi sağlıklı düşünemiyorum o sırada.
Diyoki, "olum bunu böyle boyarsan simi parlamazki, beyaz bişi olur" diyo, adam haklı.
"Yahu dur bi işime karışma, çok güzel olcak çok" diyorum tam gaz tutkal-sim harcını ayakkabıya yedirirken :)
E niye parlamıyo bu?


Bu işte bi iş var, belki akşam olduğu için parlamıyodur diyerek sabahı bekliyorum.


Sağdan bakıyorum, soldan bakıyorum yok ı ıh.
Hangi taraftan bakarsam bakayım parlamıyo bu. Resmen ayakkabının üstüne beton dökmüşüm gibi.
Tamam asiş sakin ol diyorum kendime, bi sakin!
Sonra hemen beni bu işe bulaştıran arkadaşa mail atıp soruyorum 
ben nerde hata yaptım? şimdi nasıl çıkarıcam o tutkalı ayakkabıdan?
Kahkahalar eşliğinde cevap yetişiyor: 
"allah seni karetmesin, önce tutkalı sürüp sonra tuz serper gibi simi üzerine serpeceksin.
İstersen İstanbul'a gel, zımparalama kısmında yardım ediyim sana:) "
Ayakkabının üzerindeki betonu kazıyıp eski haline dönmesini saglıyorum ama artık o ayakkabıyı göresim bile yok. 
Kenarda hala dore simim duruyo, tutkal da var. ayakkabı zaten gani.

Hadi minikkuş diyorum bu sevda bitmez zincirlere vursalar:) mahsun kırmızıgüle burdan selam ederim.


Ayakkabı bu. Siyah deri ve artık kullanılmaktan yorulmuş, inzivaya çekilmiş topuklular.
Yapılacak işlem son derece basitmiş.
Güzeeeelce tutkalı yediriyoruz, sonra üstüne simleri serpiştiriyoruz. 2 kutu sim yetti gitti.
İşte mutlu son budur ^.^


Bu da azimli sıçanın hikayesi.
Ha bu arada bu ayakkabıları giyer miyim ya da nerde giyerim bilmiyorum, ama seyretmesi bile güzel.
Deri bişilerle çok güzel olacağından eminim;)

Öyle ışıl ışılki en azından arada raftan çıkarıp iki bakıp
ulan az uğraşmadım seni yapmak için
der yerine koyarım:)

21 Eylül 2011 Çarşamba

Fırfır fır rrr..


 Bu akşam ıspanak yemeği yaptım mesela, 
bulaşık makinesindeki temizleri yerlerine yerleştirdim-ki bu en sevmediğim kısmıdır, kirlileri makineye dizmeyi daha çok sevenlerdenim ben.
Bide sofrayı hazırladım.
Dolaptaki kokunun sebebi olan bozulmuş domatesi dolabın en kuytu yerinden bulup çıkardım ve dolabı temizledim.
Bide bunların hepsini yarım saatte ve işten eve saat 8'de gelmiş patlak kafalı halimle yaptım.
Yani aslında insan istediği zaman bikaç çekirdekli çalışabiliyomuş onu öğrendim!

Ama şunu da farkettimki ki biyandan dizi izlerken bi yandan bişeyler yazmak çok zor, onu aynı anda yapamıyomuşum demekki!










Bu fotoğraflar öğle arasından.
O kadar yeni ayakkabılarımı giymişim, post yapmadan olmaz dedim.





Şu çam ağaçları iyi güzel hoş, da bi yere kadar..
Nereye yaslansam reçine, elim kolum bacağım yapış yapış, 
yüzümdeki ifadeden anlaşılacağı üzere hadi bi an önce gidelim burdan diyen iç sesim bangır bangır bağırıyo!
Olmaz ama bi saniye, henüz geleneksel fırfır pozumu vermeden nereye?


Tamam şimdi gidebiliriz.

Oldu görüşürüz yine ;)